Devlet yeniden yapılandırma sürecinden geçiyor. Pek çok kurum “gereksiz” görülerek ihtiyacı olanlara devrediliyor. Özellikle tarım ve sanayii alanında devletin Osmanlı İmparatorluğu zamanında temelleri atılmış, köklü kuruluşları yerli/milli/Katarlı demeden herkese ve her keseye uygun fiyatlarla hediye kavlinden veriliyor.

Maksat özelleştirme hamlesi yürüsün.

Helali hoş olsun!

Gönüller sevgiyle dolsun.

Ayrıca da afiyet olsun!

Ekonomik alandaki bu büyük hamleler, satılacak hiçbir şey kalmayıncaya kadar devam etsin.

***

Bunlar ayrı bir güzergâh… Esas yapılanma daha kalıcı ve hiçbir zaman satılamayacak alanlarda inşa edilmeli…

İnşa..!

Ne güzel kelime. Küçük bir “at” eki gelince ne oluyor?

İnşaat! Ye, iç, yan gel yat!

Değil tabii ki.

Oraları da var ama önce; kalkınma, kaldırma, götürme!..

Esas konu bu da değil.

Yazı kendiliğinden o yana kayıp gidiyor.

Asla satılmayacak, tam tersine devleti ayakta tutacak kurumlar söz konusu. O kadar ki, o kurumlar söz konusu olduğunda gerisi teferruat sayılacak denli özel, önemli, işlevsel, vazgeçilmez “cins” kurumlar.

Bir örnek vermek gerekirse en başta onun adını anmak gerekir:

Diyanet İşleri Başkanlığı!..

Ülkenin Sünni çoğunluğuna hizmet veren bu kuruluş geçen yüzyılın sonlarında sadece “din işleriyle” ilgilenen fazlaca öne çıkmayan bir devlet birimiydi.

Mevcut iktidar döneminde müthiş bir gelişme gösterdi. En büyük gelişmeyi de bütçesine yaşadı. Tabiri caizse, “para içinde yüzüyor” demek onun itibarına minik bir katkı olabilir ancak…

Kabul etmek lazım ki, kapitalimin kurallarını geçerli olduğu bir alemde yaşıyoruz. Diyanet de aynı ortamda yaşıyor… Aynı ortamda nefes alıp veriyor. Parasız hiçbir şey olmuyor. Para her an lazım. O yüzden Diyanet İşleri’nin bütçesel genişliği bu dönemde çok gerekliydi.

Dinler temel olarak bu dünyanın geçici, öldükten sonra gidilecek öbür dünyanın kalıcı/ sonsuz olduğunu vazederler. İnsanlar bütün yatırımlarını “öbür dünya” için yapmalılar.

Dini kurumlar da bu alanı düzenler.

Fakat kapitalizmin de “baştan çıkarıcı” oyuncakları mevcut. Onlara sırt dönmek kolay değil. Pahalı otomobiller, lüks ötesi hizmet veren beş yıldızlı oteller, modern uçaklar, uçuk lezzetli yemekler falan filan… Biraz abartıya kaçıldığını fark edince kendi-kendine iyi gelen tespitler imdada yetişir:

-İtibardan tasarruf olmaz!

Hakikatten ha!.. İşte budur. Şimdi kim tutar sizi, yürüyün gidin ki, önünüzde adımlayacak olan Mehteran bölüğü de yetişemesin!

Devletin yeniden yapılanma sürecinde Diyanet İşleri Başkanlığı, hak ettiği yere kuruldu. Eski devletin Genelkurmay Başkanlığı vardı. Her köftenin maydanozu olmayı ihmal etmezdi.

Yeni devlet yapısında da Diyanet var. Aynı genelkurmay gibi o da her alana müdahil oluyor. Önünde geniş bir özgürlük sahası açıldı. O da bu alanda hiç top çevirmeden doğrudan gole yönelik vuruşlar yapıyor.

Mübarek Ramazan’ın ilk Cuma’sında da böyle davrandı. Salgın hastalıkla boğuşan insanlık var. Bu ortamda din farkı gözetmeksizin herkes dayanışma içinde bulunuyor. Laik Cumhuriyetin Müslüman Cumhurbaşkanı, üzerinde kendi adı-soyadı bulunan tıbbi yardım kolilerini Hıristiyan ülkelere gönderiyor. Diyanet İşleri Başkanı bunların hiçbirini görmeyerek doğrudan, insanların belden aşağı yerlerine yöneldi, cinsel tercihleri farklı olanları oruçlu ağzıyla telaffuz etti.

İslam dininin Ramazan ayında öne çıkartılacak daha güzel bir yanı yokmuş gibi davranması onun ifade özgürlüğüne bağlanabilir.

Hayatlarını ilahiyata vakfetmiş olan pek çok saygın Hoca/Akademisyen bu hutbeden hiç mi hiç hazzetmediklerini beyan ettiler.

***

Şimdi geliyoruz yeniden yapılanmanın en büyük ihtiyaç olduğu “insan haklama” alanına… Adana’da bir polis memuru, 18 yaşındaki (Suriyeli) Ali El Hemdan’ı kalbinden vurarak öldürdü.

Ali “sokağa çıkma suçu” işlemişti! Elbette bir cezası vardı bu büyük “suçu” işlemenin. Ama öldürme değildi. Eğer böyle olsaydı 1112 Nisan 2020 tarihleri arasında 18.770 kişiyi kurşuna dizmek gerekirdi. 23-26 Nisan 2020 arasında ise 35 bin 422 kişiyi öldürmek şart olacaktı. Ama öyle yapılmadı. Sadece para cezası kesildiğini İçişleri Bakanlığı açıkladı.

Devletin insan öldürme yetkisi olabilir mi?

Eski devlette vardı. Üst düzey yetkili Kutlu Savaş, Başbakan Mesut Yılmaz’a sunduğu Susurluk Raporunda bunu şöyle dile getiriyordu:

“Devletin öldürme yetkisi vardır! Ancak bu yetkinin çok aşağılara kadar indirilmesi yanlış olmuştur!”

İşte bu yüzden yeniden yapılanma aşamasında sadece Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgilenmek yetmez, diğer kurumlara da el atılmalıdır. Kimin öldüreceğine karar verecek yetkili makam inşa edilmelidir, mesela:

-Cinayet İşleri Daire Başkanlığı!