Braidotti’ye göre: “İleri kapitalizm, tüketimcilik adına, çoğulcu farkların piyasalaştırılmasını ve ‘ötekilerin’ varoluşu, kültürü ve söylemlerinin metalaşmasını teşvik eden bir fark motorudur.” Yani farklılıklar bilinçli olarak kontrolden çıkarılarak en yüksek kâr gerçekleştirilmeye çalışılır

Cinsel farkı yeniden düşünmek

İlke KAMAR

Kadınlara yönelik ayrımcılığa, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve şiddete karşı günümüzde feminizme duyulan ihtiyaç her zamankinden daha fazla. Feminizm tüm bu eşitsizliklere, cinsel çeşitliliğe, farklılığa, çoğulculuğa aynı zamanda onu doğuran toplumsal karmaşaya ve güçlüklere kuramsal tavırlar geliştirerek bir düşünme çağrısında bulunuyor. Ama tek bir yaklaşımla değil. Çünkü feminist kuramın da sürekli evrildiğine de tanıklık ediyoruz. Postyapısalcı, psikanalitik, Marksist, fenomolojik, epistemolojik okumaların birbirlerine yönelttikleri eleştiriler ve kesişme noktaları geçmişte olduğu gibi günümüzde de bölünmeler yaratmaya devam ediyor. Feminist düşünceyi, özellikle ikinci dalga feminizmi en çok etkileyen 1972’de Deleuze ve Guattari’nin birlikte yayımladıkları Anti-Oedipus’taki ‘Arzulayan Makineler’, ‘Organsız Beden’ kavramları üzerinde yapılan tartışmalar. Özellikle feminist kuramcılar tarafından 'arzu' ve 'beden' kavramlaştırmalarıyla ilgili olarak eleştiriler getirilmiş ve çok fazla tartışmaya neden olmuştu. Ardından Deleuze ve Guattari’nin 'Bin Yayla’da ortaya koydukları ‘kadın oluş’ kavramı da yine çok sayıda feminist kuramcının ilgisini çekmiş ve eleştiriler ‘oluş’ felsefesine yoğunlaşmıştı. "Kadın-oluş'un üretken olmayan bir süreye, işlevi olmayan bir arzu makinesi ve bilinçdışı süreçlere karşılık gelmesi”, kavramı feminist tartışmalarda önemli bir hale getirmişti. 1970’lerde Deleuze felsefesini ilk kez tartışan feministlerden Luce Irigaray’ın Anti-Oedipus’taki kimi kavramlara getirdiği eleştiri, feminist yaklaşımların sınırlarını genişletir. Alice Jardine, Elizabeth Grosz, Claire Colebrook, Dorthea Olkowski ve Rosi Braidotti’nin 1970’ler ile 1990’lar arasında yaptıkları çalışmalara kadın-oluş ’kavramına; cinsel farklılık’, ‘cinsiyet’, ‘cinsellik’, ‘beden’, ‘özne’ gibi çağdaş feminist teorinin bazı kavramlarını da dahil ettiklerini görürüz.

CİNSİYETSİZLEŞTİRME KODLARI

Bugünlerde Otonom Yayıncılık, Rosi Braidotti’nin Kadın-Oluş Cinsel Farkı Yeniden Düşünmek kitabıyla okuyucuyu buluşturdu. Kitap, tüm bu tartışmaları içermekle beraber, kadınlar, feministler, translar, göçebeler, siborglar, ötekiler, lezbiyenler gibi çoğulculuk ve kadın- oluş çalışmaları üzerine eleştirel bir inceleme. Bu kitapta yer alan üç makalesinde Braidotti, feminizmi fark felsefesinin 'özcü olmayan özneyi' bedenleşmiş tekilliğin üzerinden tekrar düşünme ihtiyacını tartışıyor. Postyapısalcılıkla ve yapıbozumla iç içe geçen tartışmaya, Fransız feminizmi, Lacan psikanalizi, Foucault çözümlemesiyle, feminist teorileştirmenin temel unsurlarının sorgulaması bu metinde yer alıyor. Kitabın 'Zamansız' başlıklı ilk bölümünde 1970’ler Avrupası’nın post yapısalcılıkla yeniden şekillenmeye başlayan entelektüel atmosferini ve o dönemin kadın hareketine dahil olarak kuramsal dünyada nasıl yol aldığını anlatıyor. Postyapısalcı teoriler ile birlikte Fransız feminizminin etkilerinin Avrupa’nın dışına taşmasıyla politik içerimleri de dahil ettiği makalesinde, göçebeliğe dair kimlik, öznellik ve dönüştürücü politikalar üzerinde duruyor Braidotti. Avrupalı göçebe özne, siyahi, ırkçılık karşıtı, post-kolonyal kimlikleri de incelemesine dahil ediyor. Yazar başkalık, karşıt özellikler, eşcinsellik, toplumsal cinsiyet, queer gibi arada kalan rolleri asıl önemli alanlar olarak görüyor. “Farklılığı ve başkalığı aynının diyalektiğinden kurtarmak istediğini” söyleyen Braidotti, 'arzunun' sömürücü bir modelle dışlayıcılık ürettiğinin önemini vurguluyor.

BEDEN KAVRAMI

Bununla birlikte Braidotti, cinsel kimliğin çoğulculuğunu düşünmeye ve toplumsal cinsiyet ayrımına karşı daha geniş bir 'beden' kavramı canlandırılması üzerinde duruyor.

Luce Irigaray’ın Bin Yayla’da geçen organsız beden ve arzulayan makine kavramlarına getirdiği yaklaşımla, Deleuze felsefesini birlikte okuyan Braidotti, ‘oluş’ kavramını açıklarken feminist mücadelenin hangi ‘özne’ için verildiğini tartışıyor. Braidotti, politik ve kuramsal düzlemdeki egemenliğe karşı özneyi biçimleyen bedensel ve kavramsal sınırlar üzerinde dururken, insan bedeninin eril- dişil bir biçim alması ve cinsiyet farklılığının kendisinin bir eşitsizlik içermesine, kitapta yer alan kadın oluş cinsel farkı yeniden düşünmek makalesinde ise, Bradiotti en çok kültürel anlamların sömürgeleştirilmesi üzerinde yoğunlaşıyor. Hiyerarşik ve dışlayıcı düşünme biçimlerini Modern Batı Aydınlanma mirasına eşlik eden Kapitalist bürokratik iktidarların çevresinde gerçekleştirilen söylemlerin karanlık yanını gösteriyor. Braidotti, görünürlük, medya temsilleri, bedenleşmiş kadın öznelerin egemen cinsiyet temsillerine karşılık geldiğine işaret ediyor.

Kitabın 'Yer değiştiren farklar' adlı son bölümünde ise, dişil öznelliğin ve toplumsal cinsiyetin biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımının yerleşik ve oldukça siyasallaşmış iktidar ilişkileri üzerine odaklanıyor. Braidotti’ye göre: “İleri kapitalizm, tüketimcilik adına, çoğulcu farkların piyasalaştırılmasını ve 'ötekilerin' varoluşu, kültürü ve söylemlerinin metalaşmasını teşvik eden bir fark motorudur.” Yani farklılıklar bilinçli olarak kontrolden çıkarılarak en yüksek kâr gerçekleştirilmeye çalışılır. Braidotti bu durumu fark makinesi benzetmesiyle açıklar. Yeni melez ve çoklu veya çokkültürlü kimlikler yaftasıyla paketlenip pazarlanan yersiz yurtsuzlaştırılmış farklılıkları çoğaltan bir makinedir bu. Farklar metalaştırılarak, ötekiler, tüketim nesnelerine dönüştürülür. Peki ne yapmak gerekir? Yazar bu noktada politik ve kültürel adımlara dikkat çekiyor ve geleceğe dair de ümidini kaybetmiyor: “Ne nostaljiye ne de ütopyaya ihtiyacımız var. Bunun yerine, hâlihazırda dönüşmekte olduğumuz yeni özneler için yaşam koşullarını, duygulanımı ve figürasyonları yaratıcı bir şekilde yeniden icat etmeye sıçramamız gerek. Teorik pratik açıdan, açıklamakta zorlandığımız karmaşıklıklara alelacele çözümler getirmekten kaçınalım. Yaklaşmakta olan felaketten korkmaya direnerek, karmaşıklıklar ve paradokslar içinde biraz daha kalmaya çalışalım. Bu süreçlerin içinden geçmek için ne kadar gerekiyorsa, o kadar zaman verelim kendimize.”