Dünyada kadın nüfusunun azalmasındaki önemli nedenlerden biri ‘cinsiyet ayrımcı kürtaj’ uygulamalarıdır. Dünyanın en yüksek nüfuslarına sahip olan Hindistan ve Çin’de kadın nüfusunun 80 milyon eksik olduğu tahmin ediliyor. Ataerkil düzen, cinsiyet ayrımcı kürtaj ve erkek çocuk düşkünlüğünün sonucu olarak, her iki ülkede de erkek nüfusu haddinden fazla yükselmiş durumda

Cinsiyetçiliğin vardığı nokta: Dünya nüfusunda kadınlar eksilirken, erkekleşme artıyor

Prof. Dr. Gülser ÖZTUNALI KAYIR

Aile, toplum ve dinlerden öğrenilen ve ahlaken doğru olduğu varsayılan kültürel ve etik normlar, değer yargıları, tabular, kurallar, örf ve adetler, yasalar, tıp, sosyal bilimler ve diğer bilimlerin cinsiyet ayrımcılığı yaptığı; cinsiyetçiliği olağanlaştırdığı ve normalleştirdiği araştırmalar sonucu ortaya konmuştur. Yoksulluk da cinsiyetçidir. Çalışma yaşamı da. Hala dünyada aynı işte, aynı birikim ve yetenekere sahip olan kadınların yaklaşık Avrupa’da yüzde 20 civarında, Türkiye’de yüzde 40’lara varan oranlarda erkeklerinkinden daha düşük ücret almaktadır. Kadınlar eşit işe eşit ücret alabilme mücadelesini hala sürdürmek zorunda kalıyor. Nafakalar hem çok düşük ve babalar tarafından ödenmiyor, hem de hükümetin nafakayı arttırması ve/veya kendi ödemesi gerekirken, türlü yollarla kaldırılması için özel çaba harcıyor. Kadını yoksulluğa iterek boşanmadan vaz geçirmek ve şiddet üreten aile kurumuna mahküm etmek yöntemini seçiyor. Bu tür cinsiyetçi politikalar tüm toplumu eşitsiz ve şiddet üretme sarmalına itiyor.

John Stuart Mill’in insan haklarının yalnızca erkekler tarafından kullanılmasına karşı çıktığı 1869 yılında yayımladığı kitabından bir alıntı çok şeyi açıklıyor: “kadınların bağımlılık konumlarını sürdürmelerinin nedeni, geleneksel kadınlık rolünün devamından öte, erkeklerin onları orada tutma isteğidir. Kadınları kamusal alanın dışında tutmanın temeli, ‘erkek cinsinin çoğunluğunun henüz eşitleri olan bir kadın ile birlikte yaşama düşüncesine tahammül edememeleri ve bundan dolayı kadınların ev hayatındaki ikincil konumlarını sürdürme isteğidir”.

İşte, kadınların cinsiyetçi yaklaşımla köleleştirilmesi örneklerinden biri de, daha doğmadan ya da doğduktan hemen sonra, kız çocuklarının ortadan kaldırılması gibi faşizan uygulamaların hala sürdürülmesidir. Dünya nüfusunun kadın açısından eksiye gitmeye başlaması ile nüfus yapısı bozulmaktadır. 1990’lardan itibaren üzerinde çalıştığı “kayıp kadınlar” olarak ifadelendirmesiyle dikkat çeken, Ekonomi Nobeli sahibi, Hindistanlı iktisatçı Amartya Sen, yıllar önce dünyada kadın nüfusunun azalması alarmını vermişti ama, konu ancak, yeni yeni dikkate alınmaya ve araştırma konusu yapılmaya başlandı.

Dünyada kadın nüfusunun azalmasının temel nedenlerinden biri Cinsiyet Seçimidir. Doğacak bebeğin cinsiyetinin belirlenmesi ve tıbbi olmayan amaçlar için kullanılması olarak tanımlanmaktadır. İnsanların cinsiyeti bakımından sistemli olarak ortadan kaldırılması sürecine genderotsid adı verilmektedir. Demografi uzmanlarına göre bugün Çin, Hindistan, Viyetnam, Arnavutluk, Kuzey Afrika ülkelerinden Cezayir, Fas ve Tunus ve bazı diğer bölgelerde bu sürece tanık olunmaktadır. Türkiye’de cinsiyet seçimi ciddi sosyokültürel sonuçları nedeniyle yasaktır (tuseb/tacese,2019).

Hindistan ve Çin’de kadın nüfusu 80 milyon eksildi

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün(Human Rights Watch) 2019 yılı Raporu kadın nüfusuna yeniden dikkat çekmeye başladı. Örgütün Kadın Hakları Bölümü müdüresi, araştırmacı Heather Barr’ın (2019) çalışmalarını dahil ederek bazı bilgileri aktarmak aydınlatıcı olacaktır.

Dünyanın en yüksek nüfuslarına sahip olan Hindistan ve Çin’de kadın nüfusunun 80 milyon eksik olduğu tahmin ediliyor. Çocukların cinsiyet ayrımcı kürtaj ve ataerkil düzen gereği ve erkek çocuk düşkünlüğünün sonucu olarak, her iki ülkede de erkek nüfusu haddinden fazla yükselmiş ancak, erkeklerin eş bulmak için akıl almaz yöntemler kullandığını, araştırmalar ortaya koymaktadır.

İdeal bir dünyada kadın nüfusu kadar erkek nüfusu olması beklenirken, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2012 yılında yaptığı ölçümde ortalama 100 kız çocuğa 105 erkek düşmesi, nüfus dengesinin korunmasını sağlamaktaydı. İki cins arasındaki düşük fark kadınların erkeklerden daha uzun yaşamasından kaynaklanırdı ve herhangi bir manüpülasyon olmadığı durumda, bu oran gezegen ölçeğinde dikkat çekici bir değişmezlik göstermekteydi. Ancak, dünyanın bazı bölgelerinde, özellikle geleneksel yaşam ve düşünce sürdüren Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinde cinsiyetçi bakış açısıyla “erkek çocuk tercihi” nedeniyle son otuz yıldır ciddi bir dengesizliğin ortaya çıktığı bilim dünyasının da araştırma yaptıkça bunu anlamaya çalıştığı bir gerçeklik.

Çin’deki tek çocuk politikası 1979 dan 2015 yılına kadar sürmüş ve cinsiyet ayrımcı kürtaj yöntemi uzun süre devlet tarafından desteklenmiştir. Bazı aileler için, çalışır, ailesine destek olur ve finansman sağlar düşüncesiyle, tek çocuğun erkek olması isteniyordu. Sonuç olarak; erkek nüfus oranı doruğa ulaştı ve bazı bölgelerde 100 kadına 120 erkek düşer hale geldi. Hindistan için de benzer bir durum geçerli, özellikle de kırsal kesimde bir kız çocuğunun doğması, masraf ve çeyiz parası nedeniyle de ekonomik bir yük anlamına gelmekteydi. Hindistan’da kız çocukları evlenince evden ayrılmak ve kayınvalide evinde yaşamak zorunda bırakılırken, erkek çocukların kök ailelerine parasal destek verebileceğine olan güçlü inanç; cinsiyetler arası ayrımcılık ve sıradan, bildik bir cinsiyetçilik örneğidir. Patriyarkanın köklerini çok derinlere götürdüğü bu ülkelerde kız çocuklarının istenmemesi gibi ayrımcı ve cinsiyetçi uygulamaların güçlenmesi sonucunu doğurmaktadır.

Tabii ki, bu durumun tahmin edilemeyen birçok olumsuz sonucu da vardır. Örneğin Çin’de cinsler arası nüfus açığı büyümekte ve uzmanların tahminlerine göre; ülke çok sayıda erkeğin evlenememesi ile karşı karşıya kalmaktadır.

Hindistan’da ve Çin’de cinsiyet ayrımcı kürtajın yasak olmasına rağmen, kadın erkek nüfus dengesini engeller biçimde sürdürülmekte, yasaklar bir işe yaramamaktadır. Çünkü hem saptanması zordur, hem de hala sıklıkla kullanılan bir yöntem olarak yaygındır.

Cinsiyet ayrımcı kürtaj yöntemi

Hindistan’da aileler erkek çocuk doğmasını garantilemek için fetüsün cinsiyetini öğrendikten sonra hamileliğin bitirilmesinin sağlanması konusunda hiç tereddüt etmemektedirler. Çoğunlukla da ucuza ithal edilen ultrasonlu ekogrografi makineleri Çin’de bu iş için kullanılmaktadır. Hindistan başbakanı Narendra Modi, 2015 yılında nüfusu dengeleyebilmek, Hintli babaları cesaretlendirmek için (KızımlaSelfi) #SelfieWithDaughter hashtagli, kızlarıyla fotoğraf çektirme kampanyası başlatmak zorunda kalmıştır.

Dünyanın en fazla nüfuslu bu iki ülkesinin çok fazla erkekle dolduğunu ve “evli kadın kıtlığı” sorunu ile karşılaşıldığını belirtmektedir. Bu durum acı bir gerçeği gizlemekte, zorla evlilik gibi gaddar yöntemlerle evlenme, kadına şiddetin bir türüdür ve erkek cinsiyetli mirasçılara sahip olma peşinde koşan erkekler. Kamboçya, Kuzey Kore, Vietnam ve Çin’e sınırı olan ülkelerden, yeni bir göç hareketi başlamıştır. Modern kölelik evlenmek için kadın ticareti veya kadın ithalatı sorununu çözmediği gibi, güçlendirdiği gözlemlenmektedir (Barr,2019).

Cinsiyetçiliğin sınırı yok

Bir ironiden söz ediyor Barr, kadınlar nüfus olarak çok oldukları zaman da kaybediyorlar, nüfusları az olduğunda da kaybediyorlar. Her iki durumda da kaybedenin kadın olduğunu belirtiyor. Ancak erkek nüfusun çok olması; tüm dünya nüfusunu olumsuz etkilemekte, bu sefer erkekler de kaybeden olmaktadır.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 2019 Raporu farklı kadına şiddet örneklerine de yer vermektedir. Myanmar’dan Çin’e evli kadın ticareti yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Birmanya’nın kuzeyinde çatışma halindeki Shan ve Kachin örneğinde ise insan ticareti yapanlar aileler. Evlenecek kadın bulamayan oğullarına eş olması için; genç kızları (yaş ve görünüme göre) 3000 ila 13.000 dolar arasında yeniden satıyorlar, Çin’de muhteşem bir hayat vaadi ile kandırıyorlar. Heather Barr (2019) ısrarla konunun üzerinde duruyor “Bu genç kızlar ve kadınlar bir kez satın alındıklarında, hızlıca hamile kalması ve aileye bir bebek vermesi için hemen başları kat kat bağlanıyor ve bir odaya kapatılıyorlar. Bazı kadınlar doğum yaptıktan sonra gitmek istese de ancak bebeklerini bırakmak koşuluyla izin veriliyor” diye açıklıyor.

Paris Descartes Üniversitesi, Nüfus ve Kalkınma Merkezi bilimsel sorumlusu Guilmoto’nun (2015,2017) 1980 yılında beri sürdürdüğü araştırması da dünyada kadın nüfusunun eksilmesini; kadınların ya doğmalarına izin verilmediği ya da doğumdan sonra ölüme terk edildiklerini, doğurganlık oranının tarihte ilk kez ciddi oranda düştüğünü ortaya koymakta ve dünya nüfusunun erkekleşmesinden söz etmektedir. Hindistan, Çin, Vietnam ve Avrupa’da bunun belirleyicilerini, karakteristiklerini ve etkilerini irdeleyen araştırma, nüfusta erkekleşmenin öncelikle cinsiyet ayrımcı kürtajlar ve aşırı kız çocuk ölümlerinden kaynaklandığını, halen 125 milyon kadın nüfusu açığı olduğunu ve yüksek olan kız çocuk ölümlerinin eklenmesi ile de açığır daha fazla yükseleceğini belirtmektedir. Ancak, Guilmoto bunun yeni bir gelişme olduğunu ve insanlık tarihinde henüz kayıtlara geçirilmemiş ve az bilindiğini vurgulamaktadır. Doğurganlığın düşmesi, patriarkal rejim, aile refahı, yeni teknolojilere ulaşma vb. sosyo-tarihsel belirleyiciler ve yetişkin nüfus üzerinde olası etkileri(kadın nüfus açığı). Erkek çocuk tercihi, modern yaşamın ayrımcı teknolojileri (doğum öncesi cinsiyetin belirlenmesi, cinsiyet ayrımcı kürtaj) ve doğurganlık oranının düşmesinin güçlü etkisi. Guilmoto (2015) 2012-2013 yılları açısından her 100 kız çocuk nüfusuna düşen erkek çocuk sayısı : Çin’de 115,9 ; Azarbeycan 115,6; Hindistan’da 110,1; Kosova’da 110,4; Almanya’da 105,3. Aynı araştırma Türkiye’de 2013 yılı itibariyle her 100 kadına düşen erkek sayısını 105,8 olarak vermektedir. Yeni açıklanan TUİK 2018 sonu itibariyle Türkiye’nin nüfusu 41 milyon 139 bin 980 erkek, 40 milyon 863 bin 902 kadın nüfusa sahip. Görüldüğü gibi erkek nüfus; çok fazla olmayan düzeyde kadınlardan fazladır. Ancak, 2013 yılındaki her 100 kadına düşen 105,8 erkek nüfusudur ve dünya ortalama dengesini 2018’de de dengeyi koruduğu, görülmektedir. Ancak; nüfusun cinsiyet dengesi meselesi son derece önemlidir, bilgi ve politikalar üretilmeli, nüfus hesaplamaları yapılırken etkileri derinlemesine incelenmelidir.

Hindistan ve Çin dışında “başka etkilenen ülkeler de, kadın nüfusunun azalmasının etkilerini acilen araştırmalı ve bu kayıbın sonuçlarını dikkatlice incelemeli ve bunu kadın ticareti ve kadına yönelik her tür şiddet konularını da dahil ederek yapmalıdırlar” diye uyarıyor Heather Barr.

Cinsiyetçiliğin sınırı yok ne yazık ki. Reklamlardan, tacize, iş yaşamından, dile; renklerden, eğitime, tüm kurumların içine işlemiş, içselleştirilmiş ve normalleştirilmiş olması ile sürmektedir. Kısacası birçok kurumda kadınlar cinsiyetçi uygulamalara maruz kalmaktadırlar. Cinsiyet seçimi poliandri türü evliliklerin yaygınlaşması ile kızların aynı zamanda birkaç kardeşin karısı haline gelmesi, önemli sosyal sorunlar yaratmakta, cinsiyet sayısındaki dengesizlik ise evlilik düzenini bozmakta, üreme sağlığını olumsuz etkilemektedir (tuseb/tacese,2019). Yukarıda kadın nüfusunun ortadan kaldırılmasına kadar varan cinsiyetçilik örnekleri de sadece kadınlara değil erkeklere, ekonomiye, siyasete, toplumsal tüm alanlarına zarar verir niteliktedir. Nüfus dengesizliğinin sonucunda daha farklı kültürel, sosyo-ekonomik ve siyasal sorunlar ortaya çıkmakta, kadınlara yönelik değişik şiddet türleri denenmekte, kız çocuklarının eğitimden uzaklaştırılması, sosyal dengesizlikler, iş piyasasında istihdam sorunları ve ekonomik köklü değişimler gibi farklı sorunlara neden olan çözümleri zor, derin bir karmaşa ile boğuşmak gerekebilmektedir.

Nüfusun erkekleşmesi ve cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle dengeli gelişememesinin, çok sayıda olumsuz sonucu erkek ya da kız çocuklarının yaşamlarını, küçük yaşlardan itibaren kabûsa çevirmektedir. Kadın cinayetlerinin azalması, çocuk evliliklerinin ve istismarlarının ortadan kalkması, şiddetsizliğin ve barışın egemen olması için, önce dilimizden başlamak üzere, toplumun sağlığını korumak için, pek de farkında olunmayan, en temel sorun olan cinsiyet seçimine, dolayısıyla cinsiyetçiliğe karşı topyekün mücadele bir zorunluluktur.


  • Barr Heather (Dünya İnsan Hakları Örgütü, Kadın Hakları Dep. Araştırmacı) “L'inquiétant déclin du nombre de femmes dans le monde”, Rapport Mondial 2019, https://www.hrw.org/fr/worldreport/2019/country-chapters/325970.
  • Guilmoto, Christophe Z., DUDWİCK Nora, GJONÇA Arjan et RAHM Laura (2017) « The onset of birth masculinization in Albania, Georgia and Viet Nam », présenté à XXVIII IUSSP International Population Conference, Cape Town.
  • Guilmoto, Christophe Z, “La masculinisation des naissances. État des lieux et des connaissances » Institut National d'Etudes Démographiques, Cairn İnfo, 2015/2 Vol. 70,pages 201 à 264.
  • Mill, John Stuart (1869), The Subjection of Women (Kadınların Köleleştirilmesi), A Penn State Eloctronic Classics Series Publication, 2006, 111s.
  • Türkiye Anne Çocuk Ve Ergen Sağlığı Enstitüsü(2019), Cinsiyet Seçimi, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı; http://www.tuseb.gov.tr/enstitü/tacese.