"Bugün Boğaziçi'nden yükselen ses aslında her üniversitenin taleplerini haykırıyor. Cinsiyet eşitliğinin var olduğu demokratik, bilimsel üniversite bir hayal değil, bizlerle mümkün…’’

Cinsiyetçilikle bir başka mücadele: Üniversite

İREM YILDIRIM- BEYZA AŞKAR

Toplumsal bilgi ve düşünce üretiminin birincil kurumları olarak gördüğümüz üniversitelerin, özerk yapısına vurulan darbeyi göz önünde bulundurduğumuzda parasız, demokratik, bilimsel eğitim hakkımız gasp edilirken bir yandan her geçen gün akademide artan cinsiyetçilikle de mücadele ediyoruz. Üniversitenin bilim üreten, tartışan, bilimsel düşüncenin önünü açan demokratik zeminler olabilmesi için özerk olması gerekir. Özgür tartışma ortamlarının, fikir özgürlüğünün mümkün olabildiği bir üniversite tahayyülü, şüphesiz ki kadın öğrenci ve akademisyenler için de akademide cinsiyetçiliğin ortadan kalkması ve üniversitelerin kadınlar ve LGBTİ+'lar için güvenli alanlar olabilmesinin en temel koşullarından biri. Üniversitelerin güvenli alanlar olabilmesi için atılabilecek ilk adımlardan biri tüm üniversitelerde cinsel tacizi önleme komisyonlarının oluşturulması ve bu komisyonların aktif bir biçimde rol almasıdır. Cinsel tacizi önleme komisyonu üniversitede cinsel taciz ve şiddeti önlemek için bir hat belirler, eğitimler düzenler ve denetleyici bir mekanizma görevini üstlenir. Aynı zamanda cinsel taciz veya şiddete maruz bırakılan kişileri profesyonel olarak ilgili kurum ve kadın örgütlerine yönlendirir. Cinsel tacizi önleme komisyonlarının yaygınlaşması demek, üniversitelerde yaşanan cinsel taciz veya şiddet olaylarının soruşturma süreçlerinin bir komisyonca da denetlenebiliyor olması, üniversite kapsamında bilinç yükseltme çalışmalarının aktif biçimde yapılıyor olması demektir. Bu komisyonlar üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve kampusları güvenli alanlar yapmak adına önemli adımlardan biridir.

YÖK’ün kuruluşuyla başlayan, AKP iktidarıyla artarak devam eden üniversitelere ilişkin gerici hamleler ile üniversiteler, toplumun ufak bir "simülasyonu" haline getirilerek tüm toplumsal cinsiyet normlarını bünyesinde barındırıyor. Dolayısıyla kampuslar giderek tacizin, şiddet biçimlerinin arttığı, kadınlar için güvensiz olan alanlardan biri haline geliyor. Güvenli alanların yanında feminist ve LGBTİ+ faaliyetlerinin üniversitelerde gördüğü sansür ve baskı da akademideki problemlerden biri. Kadın çalışmaları ve LGBTİ+ kulüpleri her üniversitede var olamadığı gibi var oldukları üniversitelerde de çeşitli baskı ve sansürlerle mücadele ediyorlar. Özgür tartışma ortamlarının ve fikir özgürlüğünün kaçınılmaz bir biçimde var olması gereken üniversitelerde; öğrencilerin çeşitli alanlara ilişkin özgürce ortaya koyacağı kulüp, topluluk faaliyetleri üniversitelerin demokratik zeminlerini önemli ölçüde zenginleştirecektir. Son zamanlarda karşımıza çıkan bir örnek AKP tarafından kayyum atanmış Melih Bulu'nun Boğaziçi direnişi sebebiyle BÜLGBTİ+ Çalışmaları Aday Kulübü'nün adaylık statüsünü hukuksuzca düşürmesi… Kayyum atanmasına rağmen üniversitenin demokratik zeminine zarar vermeyeceğini iddia eden Melih Bulu'nun ilk icraatı üniversiteye bir yığın polis sokmak, ikinci icraatı ise üniversitenin LGBTİ+ kulübünü kapatıp kulüp odalarına baskın yapmak oldu! Gerici iktidarın üniversitelere yaptığı hamleler şüphesiz ki ilk olarak LGBTİ+'ları, kadınları ve muhalif öğrencileri hedef alıyor.

İktidarın kadın düşmanı söylem ve politikalarının yansımalarını son yıllarda akademide gittikçe artan bir biçimde tanık oluyoruz.

Kampusların kadınlar için güvenli bir alan olmayışıyla hafızamızda yankılanan en acı olaylardan biri Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Ceren Damar Şenel'i erkek öğrencisi Hasan İsmail Hikmet'in öldürmüş olmasıdır. Türkiye’de artan kadın cinayetlerinin en büyük sebeplerinden biri iktidarın kadın düşmanı söylemleri ve erkek egemen adalet sistemidir. Ceren Damar Şenel'in araştırma görevlisi olduğu üniversitedeki odasında bir erkek tarafından öldürülmesi iktidar eliyle kadın cinayetlerinin yaygınlaşması ve üniversiteler dahil hiçbir güvenli alan bırakılmamasının acı örneklerinden biridir.

Akademide maruz bırakıldığımız cinsiyetçilik içinde olduğumuz uzaktan eğitim döneminde de hız kesmeden devam etmekte. Geçtiğimiz mayıs ayında Gazi Üniversitesi Dekanı Orhan Acar’ın video konferans sırasında öğrencilerin adlarını söylerken "Kızların resimlerini de görüyoruz böylece, çaktırma" deyişi sosyal medyada ses getirdi. Kadınların direngenliği ve sosyal medyadan gelen tepkilerle dekan istifa etti.

İktidarın üniversiteler üzerindeki gerici söylem ve politikalarının bir başka yansıması ise geçen aylarda Akit TV’de üniversiteler için "fuhuş evleri" diyen öğretim üyesi Sofuoğlu’ndan geldi. Kendisi hakkında yapılan eleştirilere yanıt veren Sofuoğlu, üniversiteyi kastetmediğini çevrede bulunan ‘öğrenci evlerini’ kastettiğini söyleyerek yaptığı açıklamayı savundu. Geçtiğimiz yıllarda "kızlı erkekli" öğrenci evlerini hedef gösteren bu zihniyet, bugün doğrudan öğrenci evlerini dikizliyor ve öğrencileri hedef gösteriyor. Öğrencilerin yaşam biçimlerine uygulanan her müdahale kadın öğrencilerinin yaşamlarını sınırlıyor.

İktidarın aldığı "kadın üniversiteleri" kararı ise eğitimin kadınlar için ulaşılabilirliğini zedeleyen, kadın öğrencilerin kamusal alandan uzaklaştırmaya çalışan ve yaşam biçimlerine doğrudan müdahale eden, karma eğitimi adeta tabulaştıran bir karar. Kadın öğrencilerin taleplerine karşılık gelmeyen bu kararla, iktidar oklarını uzun zamandır emarelerini gösterdiği gibi karma eğitime ve laikliğe çevirmiş durumda. Kuşkusuz ki kadın üniversiteleri kadınları toplumsal yaşamdan soyutlayacak, bilimden ve akademiden öteleyecek bir adım.

Akademik anlamda karşımıza çıkan veriler ise oldukça çarpıcı. Araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi kadrolarının yüzde 50’sinden fazlası kadınken bu oran profesörlerde oldukça düşüyor. 29 bin 376 profesör kadrosunda sadece 9 bin 451 kadın var. Birçok üniversitenin profesör kadrosundaki kadın profesör sayısı bir ya da ikiyi geçmezken 13 üniversitede ise hiç kadın profesör yok. Birçok alanda olduğu gibi akademide de profesyonel alanlarımız ve yetkinliğimiz "kadınlığımız" üzerinden ikinci plana atılıyor. Kadınların üniversitedeki konumu akademisyenlikten ziyade bir "üniversite öğretmenliği" olarak görülmekte. Bilgi üzerine profesyonelleşmek, bilginin peşinde olmak ve üretmek de erkeklere ait görülüyor.

Bilimin üretildiği, demokratik ve eşitlikçi zeminler olması gereken üniversiteler iktidarın gerici hamleleriyle kadınlar için bir başka mücadele zemini haline geliyor. Dolayısıyla işte, okulda, evde, sokakta, yaşamımızın her yerinde gericilikle ve cinsiyetçilikle mücadele etmek zorunda kalıyoruz.

Ancak; iktidarın eğitime, üniversitelere ve kadınların yaşam alanlarına müdahalesi artarken öğrencilerin, kadınların ve LGBTİ+'ların mücadelesi gün geçtikçe büyüyerek herkes için aydınlık yarınların habercisi oluyor. Bugün Boğaziçi'nden yükselen ses aslında her üniversitenin taleplerini haykırıyor. Cinsiyet eşitliğinin var olduğu demokratik, bilimsel üniversite bir hayal değil, bizlerle mümkün…