Ohh! Oscar törenleri de bitti. Çoğul kullanmamın nedeni; gecesinden ertesine, ertesinden diğerine günlerce TV kanallarında boy göstermesi. Sinema sanatının görkemli filmleri yarışıyor sanki oysa ortada bilinen o ki bir pazar: Amerikan sineması. Sunumdaki parlaklık, şatafat, göz boyama dehşet! Organizasyonun hakkını yemeyelim ki halkımız sinemanın da Amerika’dan geçtiğini sanmaya devam etsin. Oysa özellikle 1950’lerden başlayan bir dünya sineması var ki ortada: Wajda, Kadar, Fabri, Forman, Fellini, Tarkovski, Richardson, Losey, Truffaut, Godard…ve daha niceleri… Ama Oscar bir Gösteri Toplumu… Aynı adlı kitapta (filmi de var) gösteri’ye katılmayı yadsıyan bir köklü (radikal) aydın, 20.yüzyılın ikinci yarısının önemli kişiliklerinden Guy Debord, yapıtında önce şunları alıntılamış Feuerbach’tan: “Çağımızın… tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur. Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan tek şey ise hakikat’tir.” Ayşen Ekmekçi-Okşan Taşkent çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan(1996) Gösteri Toplumu’nda Guy Debord’u anlamaya çalışalım: “Modern üretim koşullarının hakim olduğu toplumların tüm yaşamı devasa bir gösteri birikimi olarak görünür. Dolaysızca yaşanmış olan her şey yerini bir temsile bırakarak uzaklaşmıştır. (…)Gösteri, günümüzde üretilen nesnelerin kaçınılmaz süsü, sistemin rasyonelliğinin genel açıklaması olarak ve sayıları giderek artan imaj-nesneleri doğrudan doğruya biçimlendiren ileri bir iktisadi sektör olarak güncel toplumun esas üretimi’dir. (…)Gösteri, sadece bakılan paradır, çünkü gösteride kullanımın bütünlüğünün yerine zaten soyut temsil bütünlüğü geçmiştir. Gösteri sadece sahte-kullanım’ın hizmetkarı değildir, bizzat kendisi yaşamın sahte-kullanımıdır. (…)Yaygınlaşmış “hizmet” ve eğlence ekonomisinde, bu, “her şeyin dahil olduğu” hesaplanmış ödeme formülünün ortaya çıkmasına yol açmıştır…” Birkaç satırla olmuyor, yapıtın tümü okunmalı, üzerinde çalışılmalı… Derken TV’de gezinirken bir kanalda yakalanmaz mıyım o adama!? Adı cononlu kononlu bir şey ve de öyle bir programı ele geçirdiğine göre de ünlü. Karşısına almış bir konuk ve aklı sıra eğlendirmekte(!) sınır tanımıyor… Güldürü adına uyduruk-güldürük şeyler yapıyor…Yüzü, el kol eylemleri, biçimden biçime giriyor, abartının doruklarında o denli ucuz-yetersiz dolanıp duruyor. Ve ne bir halt yese o an zırt pırt arkadan da gülme sesleri yükseliyor… Konu geliyor yine Oscar’a ama bu kez yabancısına ve İran sinemasının kazandığını söylüyor. Sanırım bu sinemanın son yıllardaki gelişimini bilmiyor. Makhmalbaf, Farhadi Mehrjui, Tlatli gibi adların kaçını duymuş izlemiş? Kuşkusuz İran sinemasının oscara moscara gereksinimi yok, dünyanın en iyi filmlerini üretiyorlar... Eh buraya dek yine de sorun yok, duyar-duymaz, bilir-bilmez derken bir anda Oscar heykelinin çıplaklığından falan dem vuruyor. İran’da kelle gider bununla gibi edimlerde bulunurken karşısındaki de “yoo, öyle değil, böyle olur…” diye “taşlama”yı gösteriyor… “Orda taşlayarak infaz ederler!” demek istiyor… Konuşmasında bir bağlantı da yok; sinemayla İran yönetimi “infaz” neden gündeme geliyor; sende gazlısı elektriklisi iğnelisi varken. Hani konu sinema. Bu Konan’a “salağın biri,” diyeceğim ama “o bir Amerikalı ve vardır bir bildiği mutlaka”…diye geçiriyorum içimden… 8 mart yakın. Furuğ Ferruhzad düşüyor gönlüme: “kaçıyorum bu insanlardan/ görünüşte benim olan/ fakat içlerinde hakaretten/ eteğime bin bir yama yamayan…”