“Başarımız ekonomik kriz sonrasında Yunanistan’ın çöküşünden sorumlu olan anaakım partilerine yönelen ‘protesto oyları’ nedeniyle değil; SYRIZA seçmen desteği kazanıyor, çünkü kabul edilebilir nitelikte bir alternatif çözümü öneren tek parti. Ancak bizi bekleyen meydan okumanın büyüklüğü konusunda hayal âleminde de yaşamıyoruz. Ama halkın desteğini yanımıza alıp konsensüsler oluşturarak bu meydan okumayla yüzleşmekte kararlıyız. Çatışmak gerektiğindeyse, kaçmak niyetinde değiliz.”

Bu sözler, SYRIZA lideri Çipras’ın zaferle sonuçlanan son seçimden hemen önce Transform (Dönüştür) dergisine verdiği mülakattan.

SYRIZA’nın, düzen partilerini aşıp iktidarını yoktan var etmesinin gerisinde bu kararlı duruş var. Ekonomik kriz ve sonrasında dayatılan kemer sıkma politikalarından zarar gören geniş ama heterojen kesimleri temel bir talep etrafında bir araya getirmek kendi başına büyük bir başarı. Ancak Çipras ve diğer liderlik kadrolarının farkında olduğu gibi SYRIZA hükümeti çok büyük zorluklarla da karşı karşıya.

SYRIZA’ya verilen heterojen nitelikteki toplumsal desteğin korunması kolay değil. Desteğin korunmasının en önemli şartı kemer sıkma yerine refah devletini yeniden inşa edecek büyüme odaklı ekonomik stratejiden vazgeçilmemesi. İktidara geldiğinden bu yana SYRIZA, ulus-ötesi sermaye güçleriyle bu temel özelliğini koruyabilmek için zorlu bir mücadeleye/müzakereye girişti. Borç batağında bir ülkenin hükümeti olarak, kaynakları elinde tutan güçlü finans çevreleri ve siyasi odaklarla karşı karşıyalar. Başarıp başaramayacaklarını önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Ancak Çipras bu başarının “yerel” kalamayacağını, kalırsa sürdürülemeyeceğinin farkında. O yüzden Çipas sözünü ettiğimiz mülakatın büyük bölümünde dış dinamiklerden söz ediyor. Ancak SYRIZA lideri dış dinamiklerden IMF, Dünya Bankası, finans kuruluşları, AB Troykası ya da hükümetlerini anlamıyor.

Çipras, başta Avrupa Birliği olmak üzere diğer ülkelerin kamuoyuna ve kendileri gibi düşünen siyasal hareketlerine bakıyor. Podemos’un önümüzdeki seçimlerde başarısını önemsiyor. İrlanda’da Sinn Fein’in Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki başarısından söz ediyor. İtalya ve Slovenya’da solun yükselişine dikkat çekiyor. “Güçlü bir solun Avrupa’da esaslı bir değişimi getirebileceğini, dengeleri emek lehine değiştirebileceğini, SYRIZA’nın bir domino etkisi yaratacak katalizör olabileceğini” söylüyor. “Bizim işimizin sadece kemer sıkmayı sona erdirmek olmadığının altını çizmek gerekiyor” dedikten sonra, Çipras ekliyor; “ Misyonumuz basitçe savaş sonrası dönemde sosyal demokrasinin yarım kalan işini bitirmek değil, daha çok Avrupa bütününde sosyalizm ve demokrasiye dayanan bir toplumsal dönüşümün önünü açmak.”

Çipras’ın benzer bir umutla Türkiye’ye de baktığını şu satırlardan anlıyoruz; “İstanbul’daki başkaldırı sırasında, Taksim Meydanı’ndaki duvarlarda SYRIZA yazılarını gördüğümde nasıl hissettiğimi tam anlamıyla ifade edebilmem mümkün değil. Büyük ölçüde solun, ilerici partiler ve hareketlerin-bu mücadelelere katılanların-desteğine güveniyoruz.  Eğer seçilirsek hükümetimiz yeni politikaları Avrupa’nın gündemine koymak göreviyle karşı karşıya. Bu amaca yönelik olarak, Avrupa Birliği çapında, hükümetlere baskı kuran, ilerici değişim çağrısı yapan hareketlere destek veren halk kitleleri bizim en büyük müttefikimiz olacaktır”.

Görünen o ki, Türkiye’de sol SYRIZA deneyiminden umutlanırken, SYRIZA da Türkiye’ye bakıyor. Taksim vurgusu özü itibariyle Türkiye solundan bir beklentinin altını çiziyor. Türkiye solu açısından SYRIZA ve Avrupa’daki diğer sol hareketlerle ortaklaşma noktası sadece neoliberalizme olan karşıtlık değil. Muhafazakârlığa karşı verilen mücadele açısından da Avrupa’da yükselen sol parti ve hareketlerle birlikte bir başka dünyayı tahayyül etmek önemli. Türkiye solu bunu başardığı ölçüde sadece Türkiye halklarına değil, bu sınırların dışında başka bir dünya isteyen diğer halklara karşı da sorumluluğunu yerine getirmiş olacak.

Kendimiz için olduğu kadar, onlar için de başarmak zorundayız.