ABD Başkanı Trump “Bir dâhiyim” dedi. Kendisini mutlaka çok yakışıklı da buluyordur. Zaten akıl sağlığı tartışması da gündeme geldi ve makamı itibarıyla gezegenin en tehlikeli delisi muamelesi yapılıyor.

Oysa daha da tehlikeli bir narsis, çirkinliğinin ve güçsüzlüğünün farkında olandır. En tehlikeli kibir de güçsüzlüğünün farkında olandadır. Gerçek dünyadan kopuk üstünlük taslayanlardaki kibirdir.

Cumhurbaşkanı ve/veya AKP Genel Başkanı Erdoğan, bölgedeki gelişmeleri hatırlatarak “Suriye, Irak ve İran’dan sonra hedef Türkiye olabilir mi?” diye soran gazetecilere “Biz vurduk mu oturturuz. Bizim bu noktalarda evel Allah’a biz inanıyoruz, inandığımız için de üstünüz” diye cevap verdi.

Trump’tan farklı üstünlük kriteri var: “Evel Allah’a inandığımız için üstünüz.”

İran Mollaları da inandıkları için üstün olduklarından eminler. İmandan, şeriattan güç alıyorlar ve öyle muktedir oluyorlar. Bu kadar açık!

İslam Devrimi ile kurulan şeriat rejimi altındaki İran’da, şimdi ‘karşı devrimci’ olmak aslında ilerici, devrimci olmak demek!

Malum İran’daki molla oligarşisinin derdi İslam Devrimi’ni muhafaza etmektir ve bu nedenle bu kadar katmerli muhafazakârdırlar ve böylesine katmerli şeriatçı faşistlerdir.

Türkiye’nin farkı şu ki burada şeriat, İslam Devrimi ile değil evrim (seçim, seçilim, mutasyon) yoluyla getirildi ve devrim değil darbeler (15 Temmuz ve OHAL) ‘lütfüyle’ (!) kurumlaşmaya devam ediyor. Bir vakitler “Türkiye İran olmayacak” diye slogan atılırdı, şimdi iktidar “Türkiye İran olacak mı” diye korkuyor, isyan babında. Hatta tersinden şakası bile var: İran’da isyancılar, “Mollalar Türkiye’ye!” diye bağırmışlar.

İran vesilesiyle bir kez daha görüldü ki önemli olan düğmeye kimin bastığı değil, düğmeye basıldıktan sonra neler olacağıdır. Bizimkiler de bunu bildiklerinden şeriat koşullarında iç savaşı, kendilerine muhaliflere karşı cihat tehdidi olarak sürekli gündemde tutuyorlar ve örgütlüyorlar. Artık şeriatın sıradanlaştığı bir memleketteyiz, her gün bir adım atılıyor. Fetvalar gırla gidiyor.

Malum, şeriatçılık sadece cehalet coğrafyasında mümkündür. Çoğu kez gülerek izliyoruz ama en tehlikeli cehalet de kendini âlim diye yutturanlar eliyle yayılanıdır. Mesela en son şuna da çok güldük: Yavuz Örnek adında bir profesörü TRT’ye çıkardılar, adam da “evel Allah” inancını söyledi: Nuh tufanı sırasında Hazreti Nuh oğlunu cep telefonuyla aramıştır, gemisini nükleer enerjiyle çalıştırmıştır, insansız hava aracı kullanmıştır. Nokta. İman sorgulanmaz, evel Allah. Nokta.

Şu sıra eğitimde kâğıt üzerinde en yüksek kurum hangisi? Yüksek Öğrenim Kurumu. İşte bu YÖK’ün yöneticilerinden birisi de “Ben bu ülkede cahil, okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum, ülkeyi ayakta tutacak olan cahil halktır, profesörden başlayarak en tehlikeli olanlar üniversite mezunlarıdır” diyen bir ‘profesör’.

Evet, cehaletin bu hâkimiyeti karşısında basmakalıp cevap şudur: Eğitim şart!

Ama hayır, cehaletin bilhassa şeriatçı hâkimiyeti karşısında bu şart yetmez.

İslamcı Devrim’e veya ‘evrimine’ karşı da laik bir devrim şart!