Bütün güzel insanlar gidiyor diye yakınmak bana garip geliyor bu durumlarda. İnsanlar elbette gidecekler, bize düşen onların temsil ettiği güzelliği devam ettirebilmek

Çirkin Kral’ın Yakışıklı Prensi

ZİHNİ BAŞSARAY / zihnibassaray@gmail.com

Adana’da sırtında film afişleriyle dolaşıp şehre gelen filmleri tanıtan genç bir çocuk, bu sayede tüm filmleri ücretsiz izleyebilmektedir. Entrikalı aşk hikâyelerini konu alan bu filmlerdeki insanlar, o genç çocuğun gördüğü tarla emekçilerine, fabrika işçilerine, kimsesizlere pek benzemez. Sıradan insanların hayatları, hayatın yükünü sırtlayan emekçilerin hikâyeleri bu beyaz perdeye layık görülmez. Devir, yakışıklı zenginlerin, güzel kadınların devridir. Sinemanın kralı Ayhan Işık’tır.

İstanbul’a gelip Atıf Yılmaz’la tanışan bu genç adam sinemaya atılır. 1959 yılında ilk senaryosunu yazar. Atıf Yılmaz’ın kendisine açtığı yolda her adımı daha güçlü atar. Onun filmlerinde çeşmenin başını tutanların aşk entrikaları değil, düzene başkaldıran garibanın hikâyeleri anlatılır. Azığından arttırarak sinemaya giden insan artık kendi hikâyesini izlemektedir. Dünyanın en güzel adamlarından biri artık sonsuza kadar “çirkin kral” olarak yaşayacaktır.

Devletin mahkûm, halkın baştacı ettiği Yılmaz Güney’in hayatı cezaevlerinde geçer. Bir taraftan 70’lerde Yılmaz Güney fırtına gibi eserken diğer tarafta Yeşilçam kendi yakışıklı jönünü bulmuştur. Muhteşem görüntüsü ve oyunculuğuyla Tarık Akan genç kızların sevgilisidir ancak hayali bu değildir. Bir asker çocuğu olarak Türkiye’yi dolaşan, denizi ilk kez 13 yaşında gören bu genç adam halkın hikayelerini anlatmak ister. Henüz genç yaşında Yeşilçam’a sırt çevirir. Bu bir nevi sınıf intiharıdır. Maden filmini çekmek ister, Cüneyt Arkın’la başrolü paylaşır. Madencilerin dertlerini anlattığı bu film sayesinde o dönemde cezaevinde yatmakta olan Yılmaz Güney’le tanışırlar.

Yeşilçam’ın en yakışıklı jönlerinden biri artık başka türlü bir şeyin peşine düşer. Yılmaz Güney’in, Şerif Gören’in ve Zeki Ökten’in sinemamıza kattıkları iki mucizede başrol oynar. Yol ve Sürü filmleri Tarık Akan’ı en güçlü, en gerçek, en ölümsüz kılan eserlerden olur. 1982’de çekilen ve ancak 1992 yılında ülkemizde gösterime girebilen Yol, 1982 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye alır. 1980 darbesi sonrası kısa bir hapis dönemi geçiren Tarık Akan “ama aç mı kalalım” deyip cuntaya biat etmemiş, mücadelesine sanatla devam etmiştir.

Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Makina Mühendisliği okumuş, sonrasında gazetecilik eğitimi almış bu genç adam, sanatçı kimliğinin kendisine yüklediği sorumluluğu hayatı boyunca unutmaz. Şimdilerde ekranlarda gördüğümüz bol karın kaslı arkadaşların terk edemediği o tek dizilik şöhretin bin katına sahipken reddettiği “yakışıklı tatlı çocuk” kimliğinin yerine bir efsaneyi oturtur. Güzel aşk hikayeleri elbette ihtiyaçtır ancak birinin de Seyit Ali’yi, Şivan’ı, Madenci Nurettin’i oynaması gerekir. İşte Tarık Akan o kişidir. Hayatı boyunca da gördüğü haksızlığa sessiz kalmayacak, son zamanlarındaki en halsiz günlerinde bile çocukların eğitimi için emek verecektir.

Hayatında Yılmaz Güney, Tuncel Kurtiz, Zeki Ökten, Şerif Gören, Kemal Sunal gibi yüzlerce muhteşem insanla yanyana gelmiş olan Tarık Akan, ne yazık ki artık yok. Tarık Akan’ın filmlerini gösterecek kanallar. Zengin ve yakışıklı çocuğu oynadığı o sevimli filmlerle kendisini anacaklar. Sürü’yü, Yol’u, Maden’i, Demiryol’u, yani Tarık Akan’ın özgürleştiği, yürümeyi tercih ettiği yol sanki yokmuş gibi davranacaklar.

Bütün güzel insanlar gidiyor diye yakınmak bana garip geliyor bu durumlarda. İnsanlar elbette gidecekler, bize düşen onların temsil ettiği güzelliği devam ettirebilmek. Çirkin Kral’ın Yakışıklı Prensi’nin bıraktığı sanatçı namusunu, oyuncu geleceğini sürdüren tüm oyunculara artık daha büyük görev düşüyor. Umuyorum ki bu mirasa sahip çıkarlar.