Çirkinliğe karşı güzellik, zorbalığa karşı umut

HANDE ÇİĞDEMOĞLU

“Boş zamanlarınızda ne yaparsınız?” Sıkça karşımıza çıkan bu soruya verilen en yaygın yanıtlardan biri, 'kitap okumak'tır. Bugünlerde elimizde, "Kültür sanat, asla boş zaman eğlencesi değildir” diyen bir sanatçının, Zülfü Livaneli’nin düşünce dünyasına ışık tutan bir kitap var. Hep beraber söylenen şarkılarından, o en sevilen romanlarından, merakla takip edilen görüşlerinden, toplumsal ve siyasal alandaki duruşundan tanıyoruz Livaneli’yi. Yaklaşık elli yıldır gündelik hayatını yaşayan insanlara ve sanat dünyasına nasıl da kalıcı etkiler bıraktığını biliyoruz. Peki, bilmediğimiz ne var bu kitapta?

Örneğin, Livaneli’nin “kitap okumak boş zaman uğraşı değildir” diye düşündüğünü, daha önceki yazılarından ve kitaplarından biliyorduk. Ama bu kitapta, böyle düşüncelerini 'okumak'ı aşarak, adeta deneyimliyoruz. "Livaneli’nin Penceresinden" kitabı, hayata kısa aralar verdiğimiz sırada çabucak okunabilecek metinlerden oluşmuyor. Evet, bir nehir gibi akıp gidiyor, elimizden bırakmak istemiyoruz, ama bir yoğunlaşma da gerektiriyor. İçeriği, ancak günlük koşuşturmanın dışına çıkarak, kişisel kaygıları bir kenara bırakarak ve özenle odaklanırsak özümseyebiliyoruz.

Ve Nâzım’ın sözünü ettiği 'anlamanın bahtiyarlığı' ile karşı karşıyayız. Bu sayfalarla birlikteyken, değerlendirdiğimiz şey asla 'boş zaman' değil. Tersine, böyle okumak hayatımızdaki en anlamlı etkinliklerden biri haline geliyor. Hatta aslında böyle bir düşünsel etkinlikte bulunmadığımız, mecburiyetlerle geçen zamanlarımızın boş olduğunu fark ediyoruz.

Belli ki, Livaneli de ömrünü 'anlamak bahtiyarlığı' peşinde geçiriyor. Sanatçının, hayatı anlama ve anlatma çabası bir yaşam biçimi haline gelmiş, sanatla taçlanmış. Bunu şöyle özetliyor Livaneli:

“Bir insan teki ne ki bu dünyada? Rüzgârın önüne düşmüş gibi savrulup durur. Bu kaderi kabullenmemek için sanatla uğraşıyoruz galiba.”
Hikâyeler anlatmak, duygular canlandırmak, düşünceler yaratmak… Bütün bunları yapmasını, bu işi sevmesiyle veya herhangi bir kariyer planıyla açıklayamayız. Nietzsche’nin 'kaderini seç' öğüdüne uyarcasına çizdiği bu yoldaki çabalar belli ki onun için bir tür görev, bir mecburiyet. Ve her adımında hissettiğimiz gibi gönül verdiği, severek bağlandığı bir mecburiyet.

Zafer Köse’nin nokta atışını andıran sorularıyla ilerleyen bu söyleşide ortaya çıkan bir gerçek var. Livaneli, sırtında toplumsal bir misyon taşıyor. Bunu en yalın haliyle, daha güzel bir dünya mücadelesine sanatla destek vermek olarak tanımlayabiliriz.

Kitapta Livaneli sorulara yanıt veren konumda. Ama ilginç bir durum da var: Sözleri birçok konuda açık ve net yanıt niteliği taşısa da, kitap boyunca okurun kafasında yeni sorular oluşuyor, yeni düşünceler filizleniyor.

Kitabın bir başka ilginç yönü ise, Livaneli düşüncelerinin güncelliği. Yüzlerce yıllık bakış açısıyla ele alınan konular, sanat ve toplum üzerine çeşitli düşünceler, üstelik onlarca yıldır anlattığı görüşler, ilk kez duyuyormuşuz kadar etkili. Belki de bunun nedeni, Livaneli, Köse’nin sorularına ezberindeki sözlerle yanıt vermiyor; sahiden tekrar düşünüyor, konuları yeniden ele alıyor.

Önceden bildiğimiz düşünceleri böylesine yenilenmiş biçimde karşımıza çıkarken, bir de Livaneli’nin yeni sözleriyle karşılaşıyoruz. Hepsinden önemlisi, bizi sarsan, uzun süre etkisini yaşayacağımız, tartışmayı sürdüreceğimiz düşünceler yer ediyor kafamızda. Karşımızda bir Livaneli penceresi açılıyor, o pencere sayesinde pek çok konuya farklı bir açıdan bakmaya başlıyoruz.

Örneğin, "Müslümanlık mı Türklerin geri kalmasına neden oldu, Türkler mi İslam’ı geri bıraktı?" gibi bir soru vesilesiyle, aslında bildiğimiz tarihsel gerçekleri, epeyce farklı bir açıdan algılıyoruz. Ya da günümüz Osmanlıcıları ile ilgili konu irdelenirken, kafamızda yeni düşünceler şekilleniyor. Bu Osmanlıcılar, gerçekten Osmanlı padişahlarının, Osmanlı Sarayının değerlerini mi temsil ediyor? Hayır! Bunlar, Osmanlıyı ve dolayısıyla Ortadoğu’yu bilim ve sanatta geri bırakan 'ulema' anlayışının mirasçıları. Ve bir süredir, iktidardalar.

Geniş bir bakış açısıyla ele alınan böyle sorunlardan bahsedilince umutsuzluğa kapılabilirsiniz. Sonrasında, onun 'umut' ile ilgili söylediklerini okumaya başlarsınız. Bunları zaten bildiğinizi iddia edebilirsiniz. Bu konudaki sayfaları okuyunca, yanılmadığınızı ama sizi yine etkileyecek yeni sözlerle karşılaştığınızı göreceksiniz. Kesin ifadelerle 'bence' ve 'bana göre'lerin pervasızca havada uçuştuğu bir ortamda, engin kültürü ve deneyimiyle hâlâ 'acaba' ve 'galiba' diyerek yol alan gerçek bir düşünürün ışığı ile yenileneceksiniz.