Çirkinlik ve  savaş

Gretchen E. Henderson, “Çirkinliğin Kısa Tarihi” kitabında Otto Dix’in ‘Deri Nakli’ (1924) adlı gravüründen bahseder. Gravürde metal karyoladaki adamın sağlam kalan tek gözünün etrafı, paramparça olmuş uzuvlarla çevrilidir. Kapalı dudakları çarpılmış, çenedeki delikten dışarı dişleri taşmış, burnunun olduğu yerde bir oyuk, dikilerek kapatılmış bir göz çukuru vardır. Kulağının biri kopuk, beyninin bir bölümü açık ve kafası dikişlerle kaplıdır. Tüm bunların altındaysa çizgileri mum gibi muntazam bir pijama vardır. Tasvir edilen adam bir isimle değil, “Deri Nakli” başlığı ve “Transplantasyon” açıklamasıyla, tıbbi bir numuneymişcesine tanımlanır. Yüzü, izleyicilere yara ve kayıpların görünenle sınırlı olmadığı izlenimini verir; hâlâ insan gibi görünse de yaşayan bir ölü halindedir.

(...)Deri Nakli; Dix’in 1. Dünya Savaşı’nda bir makineli tüfek birliği komutanı olarak yaşadığı deneyimleri temel alan, 50 baskıdan oluşan Der Krieg (Savaş) serisinden bir eser. Dix, savaşın sona ermesinden 6 yıl sonra anılarından ve fotoğraflardan yararlanarak, dehşet verici malzemeleri, bir dizi baskı sürecini ustalıkla uyguluyarak bastı. Kısmen Francisco de Goya’nın ‘Savaşın Felaketleri’ çalışmasını örnek almıştı. ‘Savaşın Felaketleri’, İspanya’nın Fransa’dan bağımsızlığını kazanma mücadelesinde yaşanan yıkımlara dair 80’in üzerinde gravürden oluşuyor.

Gravürlerinde harap olmuş çatışma alanlarında uzuvları kopmuş gövdeler ve paramparça olmuş bedenler var.

Henderson’dan devam ediyorum: “Halihazırda şiddeti ve kötülüğü, suçu ve sokak sahnelerini, fiziksel ve psikolojik travmaları işleyen, ayrıca fantazi ve düşlem gravürlerinden oluşan ‘Caprichos’u da kapsayan Goya repertuvarlarına bu gravürler de eklenmiş oldu. Dehşet ve kayıp duygularının kişiselliğini ve gerçekçiliğini artıran bir dizi aracın kullanımında ustalaşan Goya, savaşla ilgili baskılarından birinde ‘bunu gördüm’ ibaresine yer verir, bir diğerinde ise açlıktan ölmek üzere olan gruplarla ziyadesiyle tok olan grupları büsbütün farklı ırklar olarak tanımlar. (...)Mathew Brady gibi savaş fotoğrafçılarının ve Brady’nin Amerikan İç Savaşı’nın kanlı muharebe alanlarını fotoğraflayan çekim ekibinin de aralarında bulunduğu bir sanatçılar silsilesinden gelen Dix, 1. Dünya Savaşı yüzünden mağdur olan insanların portresini sunar.

(...)”Kırık Yüzler, 1. Dünya Savaşı’nda yüzleri yara alan askerlere verilen isimdi. Savaş başlamadan bir süre önce, 1890 yılında ‘çirkinlik’, Fransa’da zorunlu askerlik hizmetinden muaf tutulma gerekçelerinden biri sayılmıştı. (...) Bu konuda New York Times’ın yayımladığı Paris kaynaklı bir bilgilendirme notunda şöyle deniyordu: “Askeri doktora göre aşırı çirkinlik erkekleri gülünçleştiriyor, diğer askerler üzerinde otorite kurmalarına mani oluyor, onları sıkıntılı ve hassas hale getiriyor.”

Kitapta, Dünya Savaşı’nda birçok beden paramparça olunca, çirkinliğin göz ardı edilmez olup yaraları örtmek için maskeler tasarlandığı anlatılıyor. “Paris Merkezli Portre Maskeleri Stüdyosu’nda ve 3 Numaralı Tam Teşekküllü Londra Hastanesi’nin Yüz Şekil Bozuklukları Maske Birimi diye bilinen (yaralı askerlerin ‘Teneke Burun Dükkânı’ lakabı taktığı) bölümünde bu tür maskeler tasarlanıyordu. Siper savaşı ve şarapnel parçaları ...yüzünden korkunç yaraların sayısı hızla arttığından, maskeler fiziksel ve ruhsal ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalıyordu. İfadesi değişmeyen, üretilmesi ve saklanması kolay olmayan ve ancak birkaç yıl dayanan bu maskeler çoğunlukla savaş öncesinde çekilmiş tek bir fotoğraf model örnek alınarak yaratılıyor ve yaralı askerlerin dertlerine pek de deva olamıyordu.”

“Fiziksel travmalara ruhsal yaralar eşlik ediyordu. Bir doktorun söylediği gibi, yüzlerindeki yaralarla sağ kalan askerler, bir şekilde ‘yarım yüzleri tamamlaması’ gereken doktorlara sevk ediliyordu. Yüz hastahanesi açılan bir İngiliz kasabasında, “görüntüleri raharsızlık yaratabilecek” insanlarla karşılaşabileceklerini kasaba sakinlerine hatırlatmak için park bankları maviye boyanmıştı. Yüzleri yaralı hastalar genellikle hastanedeki diğer koğuşlardan ayrı tutuluyordu. Bu koğuşlara ayna sokmak yasaktı. “Hem kendisi hem de başkaları için korku nesnesi haline gelen ve hayatına devam etmek zorunda kalan bir adamın ruhen nasıl etkilendiğini tarif etmek imkânsız” diyen bir başka doktor ise sözlerine şöyle devam ediyordu: “Anormal insanların kendilerini dünyaya yabancı hissetmeleri alışılmış bir şeydir. İnsanın kendisine yabancı hissetmesi ise tam bir cehennem azabıdır.”

Kanadalı şair Robert Service, ‘gargoyl çörtenleri’ne benzeyen “yüzünün korkunç görüntüsü” üzerine şunları yazmıştı: Hemşire ayna vermiyor / Ama gelip geçenleri görüyorum, / İrkilip sırtlarını dönüyorlar; / Kahrolarak dönüp gidiyorlar... /

Başka aynaya ne hacet?