Çivisi çoktan çıkmış dünya

FERHAT ÇELEPKOLU

Koronavirüsün dünyanın seyrine etkisine ilişkin tartışmaların yer aldığı ‘Çivisi Çıkan Dünya- Covid-19 Salgını Üzerine Muhasebeler’ kitabı okuyucuyla buluşarak bu alanda dikkate değer ilk çalışma oldu. Dünyaca ünlü akademisyen ve düşünürlerin yazılarından oluşan kitap, salgında uygulanan politikalar ve sonrasına dair önemli tartışmalar sunuyor.

ALTERNATİF BİR BİYOPOLİTİKAYA DOĞRU

Salgınla ilgili internette de yazılarına sıkça rastladığımız Agamben yayılmakta olan virüsün etkilerini şaşırtıcı olmayan bir biçimde ‘istisna hali’ üzerinden değerlendirip, devletlerin Covid-19 salgınını “istisna halinin süreklileştirilmesi için bir bahane olarak kullandığını” öne sürüyor. Yaşadığımız süreci “normal bir yönetim paradigması olarak istisna haline başvurma eğiliminin bir kez daha gün yüzüne çıkması” olarak ifade eden Agamben daimi kriz ve olağanüstü hal koşullarının insanlar tarafından kanıksandığı bir durumun oluştuğuna dikkat çekiyor.

Agamben’e cevaben ‘Gözetlemek ve Cezalandırmak mı? Evet, Lütfen’ başlıklı bir yazı kaleme alan Zizek ise “Gerçekten kendi sultasını canlandırmak için küresel bir ekonomik krizi tetiklemek sermayenin ve devlet iktidarının çıkarına mı?” diye sorarak, devletlerin bu mantıkla yaklaşamayacaklarını, en azından kendi çaresizliklerini ortaya seren, sermayenin görece işler düzeydeki çevrimini bozucu sonuçlar doğuran böylesi bir panik halini tercih etmeyeceklerini ileri sürüyor. Salgının devlet tarafından ‘kamu sağlığı’ bahanesiyle manipüle edilmeye uygun bir tarafı var ve gördüğümüz pratikler de buna dair ipuçları veriyor ancak insanların sağlığını ciddi biçimde tehdit eden küresel bir salgının ortasındayken Agamben gibi salgını küçümseyip önlemleri tümden reddetmekten ziyade Panagiotis Sotiris’in “Büyük çaplı davranış değişimleri de dahil olmak üzere, insan topluluklarının sağlığına gerçekten yardımcı olacak ve aynı esnada zora başvurma ve gözetleme biçimlerini yaygınlaştırmayacak kolektif pratiklerimiz olabilir mi?” sorusundan hareketle alternatif bir önlem-özgürlük politikasına yönelmemiz gerekiyor.

NEOLİBERALİZMİN İFLASI

Covid-19 salgını neoliberalizmin iflasını tüm çıplaklığıyla önümüze serdi. Sağlıkta yaşanan özelleştirmeler sonucu ortaya çıkan tablo kamusal hakların metalaştırılmasının yarattığı yıkımı görmemizi sağladı. Yetersiz sağlık ekipmanları, kapasitenin aşıldığı oranda hastalar arasında tercih yapmak zorunda kalınması, ilaç endüstrisinin halk sağlından ziyade kişisel bakım ürünlerine yoğunlaşması iflasın sağlık alanındaki görünümleri oldu. Küresel durgunluğun üzerine gelen virüsün ekonomide yüksek oranda küçülmeler yaratacağı ortada. Bunu önleme amaçlı önerilen ‘sürü bağışıklığı’ gibi uygulamalar ise ekonominin aynı şekilde devam etmesi, halk sağlığının ise hiçe sayılması anlamına geliyor. Ancak salgının herkese yayılması sonucu artacak vakalar kapitalizmin çaresizliğini daha fazla gözler önüne serecek.

Şu an gözüken temel yönelim devlet müdahalelerinin artmasıyla insanların bir süre evde kalmalarını sağlamak olsa da neoliberalizmin kodlarına ters olan sosyal devlet mantığının uzun sürmeyeceği açık. Kamucu politikaların otoriter devletler eliyle uygulandığı bir dönemde, neoliberal politikalardan tümüyle vazgeçişten ziyade sosyal patlamaların önüne geçmek için verilen tavizlerdir. Yine de kamucu fikirlerin yeniden itibar kazandığı böylesi bir dönemde bu tavizleri geri almak, eskiye dönmek sanılandan daha zor olacaktır.

HEGEMONYA SAVAŞLARI

Sınırların kapandığı, her devletin kendi başının çaresine bakmakla uğraştığı bir zamanda küreselleşme fikri de temelden sarsıldı. Kapitalist merkezin zayıf halkaları İtalya ve İspanya gibi ülkelerde felaketler doğuran pandemiye karşı tıkanan kulaklar Avrupa Birliği fikrini de fiilen sona erdirdi. Salgın öncesi dönemde kapitalizmin kendi krizine çözüm olarak üretmeye çalıştığı yeniden ulusal sınırlara dönüş fikri de salgınla birlikte hız kazandı. ABD salgına yanıt üretmekte yetersiz kalırken Çin önce kendi ülkesinde durumu kontrol altına alıp sonra da dünyanın dört bir tarafına yardım göndermeye başladı. Devletler arasındaki hegemonya mücadelesi keskinleşirken Trump’ın ısrarla ‘Çin Virüsü’ adlandırması, Asya kökenli insanlara yöneltilen saldırılar özünde bu mücadelenin semptomları. Mike Davis bu hegemonya mücadelesine dikkat çekerken Çin’in başarısını “Liberyalı bir çiftçi için, Kenyalı bir anne için, yaşlı bir İtalyan için önemli olan vaatler değil, maskeler, ilaçlar ve doktorlardır. Şu noktada bunların çoğu için Çin’de üretilmiştir yazacaktır” fikriyle dile getiriyor. Ancak benzer bir tartışmayı yapan David Harvey Çin’in 2008’deki gibi rol oynayamadığı takdirde mevcut krizden çıkma yükünün ABD’ye kayacağına, bu yükün de “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapma” kapsamında Trump’ın eline teslim edilebileceğine dikkat çektikten sonra isyan ve devrimlerin önüne geçmek için daha saldırgan bir emperyal başkanlığa onay verilmesi tehlikesini hatırlatıyor bize.

Salgın öncesi dünya yoksulluktan, krizlerden, savaşlardan ötürü çoktan çökmüş bir dünyaydı. Kitaba ismini veren ve yazarların da ortak olduğu görüş “çivisi çıkmış ve bir daha eskisi gibi çakılamayacak” bir dünyaydı. Otoriter-faşist akımların büyüdüğü, ekonomik krizin yoksullaşmayı büyüttüğü çağda Koronavirüs, bu süreçleri hızlandıran bir işlev gördü. Buna rağmen kamucu-halkçı fikirler şimdi daha fazla düşlenir ve düşünülür hale geldi. Dünyanın nereye gideceğini kestirebilmek için erken olsa da 2008 kriziyle birlikte gelişmeye başlayan iki temel eğilimden hangisinin daha fazla örgütleneceği bize gidişatın nereye olacağını gösterecektir.