Türkiye’de darbe girişimi sonrasındaki manzaraya bakıp da, trajikomik bir oyun içinde olduğunuzu düşünmemek zor. Yalnız darbe girişimi değil, arkasından yaşananlar da öyle... Kimin kim olduğu gibi, gerçekler, yarı-gerçekler, yalanlar ve oyunlar iç içe geçmiş durumda olduğu gibi, oyun içinde başka oyunlar da sürdüğünden, karanlıkları aydınlatacak bir ayıklama yapmak da kolay görünmüyor. Şimdilik, yeni gösterilerle oyalama taktikleri sahnede.

Şu demokrasi ve birlik-beraberlik meselesi!
Örneğin, demokrasi şölenlerine, şu birlik–beraberlik çağrılarına bakıp,” iyi ama, nasıl” diye sormak bile kolay değil! Neredeyse herkes, hep bir ağızdan “bravo, Türkiye, sonunda demokrasinin de, birlik ve beraberliğin de önemini anlamış” demekte ki, bırakın aksini söylemeyi, kuşku duymak bile suç sayılmakta.

Oysa resme çok boyutlu bakıp, önünü ardını aradığınızda, ortaya çıkan manzara sevinmeye pek uygun görünmüyor.

Örneğin, “bu halk, 23 gündür demokrasi nöbetini sürdürdüğü gibi, Yenikapı’da da bir demokrasi şöleni yarattı” diyerek halka methiyeler düzenlere “demokrasi” nedir diye sormaya kalksanız, darbeci ve FETÖ’cü diyemezlerse, halkını anlamaktan uzak elit damgası yemekten kurtulamazsınız. Meydanları dolduranlara methiyeleri düzenlerin, kamuoyunda ismi bilinen herkesi, darbeye karşıtlığını ve demokrasiye olan aşkını ilan etme mecburiyetine sokması bile, bunu anlamak için yeter.

Oysa darbe yanlısı, demokrasi karşıtı olmak “aklını yemiş” olmaktan başka bir şey olamayacağına göre, bu ısrarda, ya herkesin “aklım başında” demeye zorlanması gibi bir garabet var ya da bu demokrasi aşkı “başka bir aşk” anlamına gelmekte!

"Şimdi, her yerde “FETÖ” var; her musibet ona bağlanmakta... Bir zamanların “Hoca Efendisi” şimdi şeytan olmuş; yanında yıllarca saf tutanlar ise, itirafçı olarak kanal-kanal gezip itibar görmekteler!"

Ve korkarım ki, bu başka aşk, demokrasi istenirken demokrasiyi boğmak anlamına gelmekte!

Örneğin adı demokrasi şöleni ama bu ülkenin hiç de azımsanmayacak bir kısmını temsil edenlerin bu “şölene” çağrılmamış olmasına aldırılmamakta. Demokrasi diye bayraklar sallanıp, haykırışlar yükselmekte ama Gezi’de olduğu gibi demokrasi ve insan haklarına dayanarak parkını, suyunu, ağacını, ormanını savunanlara copla, gazla saldırılması dert edinilmemekte. Ya da, basın özgürlüğünün hiçe sayılması, gazetecilerin hapsedilmesi, barış istemenin suç olması gibi demokrasiyi ortadan kaldıran tutum ve politikalar mesele olmamakta. Adına “demokrasi şöleni” deniyor ama bu şölende istek diye özgürlükler değil, idam dile getirilmekte.

Kısacası, meydanları dolduran halka ne kadar övgü yağdırılsa da, bugüne kadar yapılan tüm araştırmalarda bu halkın Türkiye’nin sorunları arasında demokrasi ile hak ve özgürlükleri en sona koyması gibi gerçeklerin değiştiğini gösteren işaret yok ortada.

Ortada başka bir aşk gibi, başka bir şov var ve bu oyuna kendilerine karşı kullanılacağı korkusuyla popüler isimler gibi muhalefet partileri de katıldığından, oyunun acıklı yanı daha da çok.

Şu kanma-kandırılma meselesi!
Şimdi, her yerde “FETÖ” var; her musibet ona bağlanmakta... Bir zamanların “Hoca Efendisi” şimdi şeytan olmuş; yanında yıllarca saf tutanlar ise, itirafçı olarak kanal-kanal gezip itibar görmekteler!

Kendisini ya da okullarını methedip duran anlı şanlı isimler, şimdi kirli çamaşırları ortaya dökme peşinde. Geçmişe dair tek mazeret de, kandırılmaları!

En tepedeki bile bunu söylediğine göre herkesin kandırıldığını söylemeye hakkı olduğunu da kabul etmekten başka çare yok! Zaten, bu ülkede kullanılan, aldatılan, kandırılandan geçilmiyor! Zavallı kandırılmış masumlar!

Oysa, verilmek istenen izlenimin aksine, ne kanma-kandırılma sözleri ne de buna dayalı ilişkiler masumdur!

Aklı yerinde herkes için kanma-kandırma ilişkisi bilinçsizce değil, ancak ne olduğu, ne getireceği bilinerek, bilinçle kurulur. Öyledir; çünkü, herkesin bu dünyada bedelsiz bir şey olmadığını, karşılıksız bir şey verilmediğini bilecek kadar bir deneyimi vardır. Bu bedel, çok kişi için ve çok zaman, çalışarak, alın teri dökerek, zorluklarla mücadele ederek, düşüp kalkarak ödenir. Daha kolay ve daha garantili yolları arayanlar da, onun hamiliği, bunun dayılığı, ötekinin parası veya gücünü kullanmaya tercih ederken, bu kolaylığın kendileri için başka bedeller anlamına geldiğini de bilirler.

Yani bugün kandırıldığını söyleyen herkes, alık değilse, kandırılmaya razı olduğunu kabul etmek durumundadır. Razı olmuştur; çünkü karşılığında beklediği bir şeyler vardır.

Aslında bekleme karşılıklıdır da... Taraflar eşit güçte, beklenenler eşit değerde olmayabilir ama kanma-kandırılma, özünde, bu bekleyişler üzerine kurulur.
Bu nedenle, kanma-kandırma alışverişten başka bir şey değildir!

Hasılı, şu kandırılma meselesi de trajikomik bir durum ama onun da acılı tadı daha büyük. Çünkü, bu memlekette 1970’lerden itibaren Gülen’i ve emellerini ortaya koymaya çalışan, devletteki güçlenmesine dikkat çeken epeyce yazar ve yazı vardı. Bu yazılar birilerini uyardı mı; ne münasebet! Aksine, yazanların başına dert oldu... Kimi, bu nedenle Gülen’in ve iktidarın hedefi haline gelirken, kimi de, ya çağdışı kalmış muamelesi gördü, ya fuzuli işlerle uğraştığından küçümsenip dışlandı.
Ve, şimdi kandırıldıklarını söyleyenlerin yol değiştireceğini gösteren işaretler de yok. Aksine, paralel yapıyı dallandırıp budaklandıran sizdiniz diyenler, “Fetö’yle uğraşacağınıza niye iktidarla uğraşıyorsunuz” diye azarlanmaktalar.

Sözün kısası, tüm dünyada oyun üstün oyun oynandığını düşünebiliriz ama bu ülkedeki trajikomik cıvıtma fazla değil mi?