Yeryüzündeki serüvenimiz tabula rasa’da başlamadı. Bizden önce de çizgiler vardı; kıvrılan maddenin çizgileri ve bu çizgilerin katlanmasıyla ortaya çıkmış organik çizgiler: tek hücrelilerin, bitkilerin ve hayvanların yüzeyde bıraktıkları izler. Biz çizgimizi hayvanlardan devraldık ve kendimize özgü çizgilerle zenginleştirdik yüzeyi. Kaygan bir yüzeyde inorganik ve organik çizgiler birbirleriyle kesiştikçe, yaşamın açık uçlu çizgisi yeni formlara evrildi durmadan. Yaşam formları, kendi üzerlerine kapanmış çizgiler değildir. Her yaşam formu yeryüzüne açıktır ve açıklığı sayesinde yeni formlara evrilir. 40 bin yıl önce derin mağaraların karanlık yüzeylerine hayvan figürleri çizmeye başladık; kendi üzerlerine kapanmış çizgiler. Yürümeye devam ettik, yürüdükçe yeryüzündeki göçebe izlerimiz yaşamın izlerine karışıyordu. Yeryüzünün çizgileriyle kesişen çizgimizin serüveni, kendi üzerine kapanmış figürleri yerin yüzeyine çizdiğimizde ve içlerine yerleştiğimizde son buldu. Ve tıpkı kayalara çizdiğimiz figürler gibi, içine yerleştiğimiz kapalı formlar da yaşam değildiler, yaşamın temsilleri. Çok geçmeden çizgilerin yerinde duvarlar yükseldi. O zamandan beri yaşamıyoruz; içeride temsiller üretiliyor ve üretilen temsilleri tüketiyoruz sadece. Yaşam, figürlere kapatılsa da için için kaynamaya devam ediyor.

“Büyük Çin Seddi, barbarları dışarıda tutmak kadar Çinli vergi yükümlülerini içeride tutmak için inşa edilmişti. Zaman içinde aldığı formlar ne denli çeşitli olursa olsun, görünüşe göre esaret, antik devletlerin hayatta kalma koşullarından biri olmuştu. Kölecilik kurumunu ilk devletler icat etmemişti, ancak onu sistemleştirmiş ve bir devlet projesi olarak düzenlemişlerdir (J.C. Scott,Tahıla Karşı, KÜY). Yoksa bizler devletin kapatmaları mıyız? Proje köleler; vergi yükümlüleri; işlenmiş ve işlenebilecek tüm suçların hükümlüleri; borçlandırıldıkça prangaları giderek ağırlaşan köleler. Resmi tarih, çizginin kendi üzerine kapanmasının tarihidir; duvarlarla, dikenli tellerle, mayınlarla çevrili hücrelerin tarihi. Ve Pandora’nın kutusunu da bu tarih icat etmiştir. “Hesiodos’un Pandora’sı bir kutunun içinde kapalı olan bütün kötülükleri yeryüzüne yaymakla suçlanır. Peki ya bu kutu kadının ve toprağın döl yatağından başka nedir ki?” (Raoul Vaneigem). Kapatılan ve durmadan ırzına geçilen yaşamdır. Yaşamdan korktukları kadar hiçbir şeyden korkmadı despotlar.

Açık uçlu çizginin kapatılmasıyla ortaya çıkan figürü de devlet icat etmemiştir. Onu sistemleştirmiş ve bir devlet projesi olarak, kapatma mekânları halinde düzenlemiştir. Lyotard çizginin kapatılmasıyla sadece harflerin değil, sembolün de yaratıldığını söylüyor. Devletin sahnesi yaşamın değil, sembollerin, temsillerin yeridir. Açık uçlu çizgileri durmadan kendi üzerine kapatan devlet, sabit kimlikler üretip bu kimliklerle temsiller sahneliyor. Ve Kazimir Maleviç’in amacı, sanatı figürden arındırarak devletin elinden kurtarmaktı. 1927 tarihli Süprematizm manifestosunda, “Sanat artık devletin ve dinin hizmetinde olmak, değişen kültür tarihinin kaydını tutmak istemediği için objeden kopmak istiyor” diye yazıyordu. Figürden kurtulduğunda siyah kareye ulaşmıştı. Siyah, henüz yüzeye çıkmamış gizil kuvvetlerin, çokluğun alanı. Oluşun kuvvetleri, döl yatağının karanlığında doğmayı bekliyor. Lyotard’a göre kapalı figür açıldığında olay gerçekleşir. Figür, Pandora’nın kutusudur; içinde yaşamın çokluğu saklı. Ve açıldığında devletin figürlerle tasarladığı sembolik düzen yerinden edilir.

Devlet kendi tarihini, açık uçlu çizgileri kapatarak, figürlerle yazıyor. Oysa başka bir tarih var, kaçış çizgileriyle yazılan tarih. “Kaçış çizgileri, hiçbir zaman, dünyadan kaçmakla oluşmaz; tıpkı bir boruda delik açtığınızda olduğu gibi, sızıntılar yarattığınızda oluşur; bütün toplumsal sistemler, kaçış çizgilerini tıkamak için parçalarını ne kadar sağlamlaştırsalar da, her yanlarından sızdırırlar... Devletin ağır silahlarına karşı doğrultulacak yeni silahlar, kaçış çizgileri üzerinde icat edilir” (Deleuze ve Guattari). Devletin tarihi kapatmanın, zulmün tarihidir. Bu zulme direnenler, kendi tarihlerini kaçış çizgileriyle yazmaya devam ediyor. Pandora’nın kutusu, direnişçinin alet çantasıdır.