“Şişeyi asla tamamen boşaltma!” diye bir söz var, ne tür olaylar yaşanırsa yaşansın, insanlar ya da kurumlarla ilişkileri tamamen kesmemek gerektiği konusunda bir öğüt. Şişeyi dibine kadar boşaltmak, hatta bazen kırmak gibi feci bir özelliğim olduğu için bu sözü sık sık anımsarım. Şöyle örnekleyeyim: Ermeni Soykırımı ile ilgili bir belgesel filmin festivalde gösterimini, faşistlerin tepkilerinden korkup iptal ettikleri ve ardından bu konuda türlü yalanlar uydurdukları için Belgesel Sinemacılar Birliği şişesini tamamen boşalttım mesela. Ama bunu yaparken, şişeyi yeniden doldurmanın olanaklarını da aradım.

Bunun için tek isteğim, BSB’nin filmin yönetmeninden ve yanıltılan seyircilerden özür dilemesiydi. Ne yazık ki ‘Yeni Türkiye’ye uyum sağlayan BSB yönetimi sanki bu olay hiç yaşanmamış gibi davranmayı tercih etti. O gün bu gündür, ne BSB ile işim oluyor ne de bu kararı verenlerle görüşüyorum. Zaman geçtikçe, şişeyi yeniden doldurma olanakları da tükeniyor tabii. Sonra bir bakıyorsunuz, şişe kırılmış...

Bir başka örnek, 12 Eylül 2010 referandumu sırasında ‘evet’ çıkması için yoğun propaganda çalışmaları yapan TRT’nin, ‘hayır’cılardan biri olarak benimle yaptıkları röportajı orasından burasından kesip programdaki ‘evetçi’ konuğun konuşması için malzeme olarak kullanmalarıydı. Şişenin dibinde bir damla bile kalmadı, o gün bu gündür TRT’den gelen hiçbir teklifi kabul etmiyorum. Şişeyi yeniden doldurmak mümkün tabii: TRT iktidar borazanı olmaktan çıkıp ehil ellerde BBC örneğindeki gibi bir kamu yayıncılığına başlarsa…

Çocukluğumdan beri izlediğim, belki de tüm ideolojik yanlışlarına rağmen sırf bu çocukluk hatıralarından dolayı izlemeyi sürdürdüğüm Clint Eastwood şişesi de, başkanlık yarışında Donald Trump’a oy vereceğini söyleyince boşalmıştı.

Aslında çok şaşılacak bir şey değil galiba bu; sonuçta Eastwood Amerikan toplumuna ve dünya halklarına yönelik yoğun ideolojik işlevleri olan Western film türünün John Wayne ve Ronald Reagan’la birlikte en önemli figürlerinden biriydi. Eastwood bir ‘gringo’ydu (beyaz Amerikalı), pek çok filmde Meksikalı haydutlara haddini bildirip Meksika topraklarına çekidüzen veriyordu. Bu arada Afro-Amerikalı caz efsanesi Charlie ‘Bird’ Parker’ın hayatını anlatan müthiş bir film yaparak herkesi şaşırtmıştı (Bird, 1988) ama yine de tam bir ‘beyaz kovboy’du. Özellikle sağcı politikaların hızla yükseldiği ‘70lerde ve Reagan’ın başkanlığında geçen ‘80lerde yaptığı Dirty Harry serisiyle Amerikan sağının beyazperdedeki sembollerinden birine dönüşmüştü.

Yine de, Ağustos 2016’da oğlu Scott’la birlikte Esquire’a verdiği röportajda, her söylediğini desteklemese de Trump’ın politik doğruculuk karşıtı tavrını takdir ettiğini, başkanlık seçimlerinde Hillary Clinton’a karşı Trump’a oy vereceğini söylemesi, iki kötü arasında en kötüyü tercih etmesi büyük bir çarpma etkisi yarattı, şişe tamamen boşaldı gitti.

Bu yüzden Eastwood’un son filmi Cry Macho’yu önce izlemek istemedim, sonra da tedirginlikle izledim. Eastwood’un hem yönettiği hem de başrolünü oynadığı filmde, Mike adlı eski bir rodeo yıldızının -rodeocu bir kovboydan daha ‘Amerikan’ ne olabilir ki?!- yol macerası üzerinden ABD-Meksika ilişkilerine dair bir hikâye izliyoruz.

Yaşlandıkça rodeo camiasında saygınlığını kaybeden Mike, zengin bir tanıdığının isteği üzerine, adamın Meksika’da yaşayan 13 yaşındaki oğlunu ABD’ye getirme işini üstlenir. Aslında adam oğlunu sevdiğinden değil, mülklerini üstüne yaptığı eski karısına karşı koz olarak kullanmak için istemektedir. Yani bu çıkarcı Amerikalı baba aslında iyi bir karakter değil. Ama ne yazık ki karşısındaki Meksikalıların yanında melek gibi kalıyor: Çocuğunu çıkarları için zengin pedofil dostlarına sunacak kadar korkunç bir Meksikalı anne, onun acımasız sevgili ve fedaileri, 13 yaşındaki Rafael’in çocukluğunu sokaklarda ve horoz dövüşlerinde harcamasına izin veren bir toplumsal yapı…

Yaşlı kovboy Mike, yarı Amerikalı yarı Meksikalı Rafael’i yanına alıp ABD’ye dönüş yoluna çıktığında, yavaş yavaş çocuğun Amerikan damarını belirginleştirir. Böylece, ‘işe yaramaz Meksikalı çocuk’tan, çıkarcı babasına rağmen, Amerikan kültürü sayesinde gelecekte iyi bir Amerikalı olacak çocuğa doğru bir yolculuk yaparız.

Oyunculukların epey kötü olduğu, hikâye akışında ciddi zaman sorunları bulunan, Eastwood’u çıkarsanız büyük olasılıkla gösterime bile giremeyecek denli ortalamanın altında bir film bu. Ama işte ‘Clint Eastwood faktörü’ diye bir şey var; bu sayede, ancak Trump’ın diktiği duvara yansıtılabilecek kalitede olmasına rağmen tüm dünyada seyirciye sunulan Cry Macho, western türünün ideolojik işlevini tekrarlamasını sağlıyor.

Film biterken ben de şişeyi neden boşalttığımı anımsıyor, kırılmasa bile bundan sonra galiba hep boş kalacağını düşünüyorum.