Çünkü zaman zemindir elbette ve mekanlar zamanın izlerini taşırlar üzerlerinde. Kişisel ve toplumsal tarihimizden bir şeyler siner masalara ya da devasa kolonlara. ClubHouse'un ve bilumum bütün dijital iletişim araçlarının en büyük handikapı da burada ortaya çıkar.

ClubHouse ve mekanın yeniden üretimi

Murat Tırpan

Taksici olmanın olmazsa olmazlarından biri bas-konuş sahibi olmaktır. Eskiden kullanılan, bindiğinizde durak ve şoförler arasındaki bitmez bilmez konuşmaları duyduğunuz bas konuş telefonları hatırlarsınız. Şimdilerde dijitalle yola devam eden bu sistemin taksiciler için yolcu bulmak ya da tıkalı yollardan haberdar olmak gibi pratik faydaları var elbette, ama daha ilginci sürekli hareket halinde olduğu için aslında bir yerde "olamayan" taksicilere sanal da olsa bir mekan tesis etmesidir. Bu sayede sürekli kanalda olarak bir yere ait hissetmek mümkün olur. İşte bu yazının konusu olan yeni trend sosyal ağımız ClubHouse'un birden bire bu kadar konuşulmasının temel nedeni de tıpkı taksicilerin kanalları gibi bugünlerde bir mekanda buluşmaktan mahrum insanlara dahil olunacak odalar sağlaması. Bir oradayım hissiyatı, meşhur filmin adından ilhamla, being there.

Online yaşamaya başlayan insanoğlunun birden bire Zoom, Google Meet, Instagram/Youtube-live ya da buna benzer iletişim imkânlarını hayatının doğal parçası haline getirdiğini gördük geçtiğimiz yıl. Bunlarsız yaşayabilen kaldı mı? Peki ClubHouse bu saydıklarımızın yeni bir versiyonu mu sadece? Bunun cevabı net bir hayır olmalı, çünkü zaten iletişime doymuş haldeyiz yeterince artık sadece bir mekan duygusuna ihtiyaç duyuyoruz. ClubHouse hem teknik olarak bas-konuş'u andırmasıyla hem de bize bir oda sağlamasıyla tam da gereken zamanda karşımıza çıkan bu tür bir uygulama.

Örneğin bir Zoom'un ClubHose'dan bu anlamda temel bir farkı var, saydığım tüm bu araçlar bize birileriyle sesli-görüntülü iletişim imkanı sunmaktalar evet, ama bu teknolojik olanağa biz daha önce de sahiptik, görüntülü konuşma ya da toplantı yapma şansımız uzun zamandır vardı. Eksik şurada ortaya çıkar, bu araçlar bize bir yerde olma duygusu, bir mekana dahil olma hissiyatı sağlamaktan acizdirler. Doğaları gereği bu tür bir tanımlamaları yoktur. Oysa ClubHouse adından başlayarak bize bir yerde olmayı vaadetmektedir, başkalarıyla beraber konuşacağımız ya da en azından girip oturabileceğimiz bir odayı.
2009 yılında Foursquare'in kurulmasıyla çok geçmeden insanlar kendilerini gittikleri yerleri sosyal medyada işaretleyip ifşa ederken buldular. Bu çılgınlık çok uzun sürmedi ama Instagram vd. sosyal medya uygulamalarının içine entegre bir şekilde devam etti. Check-in (mekansal tag) vasıtasıyla insanlar kendilerini mekânsal mobiliteleri ile tanımlamaya ve bir mekanda var olduğu bilgisi üzerinden kendi kimliklerini kurmaya başladılar. Gidilen mekânlar ve paylaşılan fotoğraflar ve bunlara gelen yorumlar ile kişinin Baumann’ın tanımıyla akışkan bir dünyada sabit olduğunu göstermeye çalıştığı bir döneme girdik. Baumann bu akışkan modernliğin içinde özneliğin katı olmaya, sabit olmaya çalıştığını söyler, tıpkı akışkan bir taksici gibi. Mekanlara ait olmak, bir mekan tarafından sarıp sarmalanmak öznenin varlığını tesciller. Burada mekanla ilişkinin niteliği, süresi gibi faktörler genellikle enformasyon dışıdır. Önemli olan check-in’in sözlük anlamıyla bir mekana ‘girmiş olmak’tır. Hatta kişiler check-in yaptıkları mekanlar ile bir yol haritası oluşturup izleyicilerine sunarlar. Bu anlamda check-in’ler kumda bırakılan ayak izleri gibidirler, öznenin varlığının -uçucu- delilleridirler. İzleyiciler içinse bu mekanlar Lefebvre’nin tanımladığı gibi deneyimlenen mekanlardan temsil edilen mekanlara dönüşürler.

Azalsa da modern hayatın bir parçası halinde farklı sosyal mecralarda devam eden bu mekansal gösteriş (sözcüğün her iki anlamını da kastediyorum) pandemi sayesinde sona ermek durumunda kaldı. Evlerinden başka bir yere çıkamayan insanların check-in yapması imkansızdır, tbt'lerle avunacaksınız! Bu anlamda mekânların yok olduğu, hatta bu duygunun distopikleştiği (hep gittiğiniz kafenin bakımsız ve tozlu haline nasıl baktığınızı hatırlayın) bir süreçte bir taksici kanalına, ihtiyacımız vardı ve ClubHouse bu boşluğu doldurdu.

Ses bu noktada mekan duygusunu yaratabilmek için yazıdan daha önemli hale gelir. Sosyal mesajlaşma uygulamalarıyla, bırakılan canlı yorumlarla hatta telefon ve görüntülü konuşma ile bunu yaratmak zordur. Birilerinin içinde olduğu, konuştuğu bir yer bizim için tanıdık bir kafedir artık. 'Rabarba'ya ihtiyacımız var nihayetinde. Aslında bu kadar konuşmamızın anlamını da sormak gerekir, nihayetinde insanlar saatlerce ClubHouse kanallarında takılıp konuşmaktalar. Burada konuşma, mekanda olma ihtiyacımızın üzerini örten bir semptom olarak da okunabilir rahatlıkla. Konuşma bire bir iletişimden daha çok birden çoğula doğru olan iletişim anlamına geldiğinden kendimizi tam da oradaymış gibi hissetmemizi sağlar. Başkalarıyla birlikte olmaktan emin olabileceğimiz bir ruh halini yaratır.

Teşhircinin nevrozu gösterdiği şeyin varlığından emin olamamasındandır, ClubHouse konuşmacısınınkiyse bundan sonra başkalarıyla birlikte olamayacağından korkmasıdır. "Sözlerim varsa, var demeksin" diyen Melih Cevdet Anday'ın şiirindeki gibi ancak konuşuyorsak birilerinin var olduğuna inanabilir ve yalnız olmadığımızı anlarız. Post apokaliptik bir dünyada yaşıyor olsaydık eğer muhtemelen dünyanın geri kalanıyla bu kez eski bir telsizin bas-konuş mandalını açıp kapatarak haberleşmeye çalışıyor olurduk. Bir yerlerde başka birilerinin yaşadığını duymak isteyen tanıdık bir ruh halinden bahsediyorum.

Ama öte yandan kadim, virüssüz günlerde bedenlerimizle var olabiliyor ve konuşmadan anlaşabiliyorduk. Kinyas ve Kayra'da Hakan Günday'ın yazdığı gibi değil miydi aslolan: "Bu dünyada en gerçek ilişkileri Akdeniz erkekleri, dillerinden zerre kadar anlamadıkları kuzey kadınlarıyla yaşar. Tek bir kelime yoktur arada... Tek diyalog bedenler arası kurulandır." Aynı mekânı bedenleriyle ve elbette bakışlarıyla kat etmek önemliyken bunların elimizden alınmasıyla alanlarımızı konuşarak tasarlamaya başladık. Evlerine hapsolmuş bunalımlı bireyler bir odaya dahil olabilmek için can atar oldular. Burada başka bir şey devreye giriyor; ticari olarak akıllıca bir medya stratejisi. ClubHouse tıpkı kapısında bodyguard bekleyen gizemli mekanlar gibi herkesin giremeyeceği, davetiye gerektiren bir yer olarak kendini lanse etmesiyle orada olmanın altını kalınca çizmekte. Mekan algısını daha önemli hale getirmeye çalışmakta. Hatta Android'de çalışmayıp sadece Apple ürünlerine kurulabiliyor olması da bununla ilgili. Günümüzde bu tür bir uygulamanın Android için yazılamaması mümkün değil. Dolayısıyla yapılmak istenen odalara girmenin zor olduğu izlenimi yaratarak mekansal arzumuzu körüklemek. Android'i olan "ezikler" giremez, ancak iPhone'u olan bir tanıdığınız varsa davetiye alabilir ya da isterseniz bir arkadaşa bakıp çıkabilirsiniz! (Bu arada Android için birilerinin yarattığı alternatif uygulamanın adının da Mahal/Yer olduğunu hatırlatalım)

ClubHouse gerçekten akıllıca bir girişim ve bize mekânı tartışmamız için yeni bir olanak sağlıyor, çünkü Lefebvre'nin sözleriyle "Kavram ancak belirttiği şey tehdit altında olduğunda, sonuna yaklaştığında ortaya çıkar." Öte yandan elbette mekanlarımıza geri döndüğümüzde bas-konuş'ların aksine şu anki işlevini yitirecek. Çünkü zaman zemindir elbette ve mekanlar zamanın izlerini taşırlar üzerlerinde. Kişisel ve toplumsal tarihimizden bir şeyler siner masalara ya da devasa kolonlara. ClubHouse'un ve bilumum bütün dijital iletişim araçlarının en büyük handikapı da burada ortaya çıkar zaten; her ne kadar bize odalar, mekanlar tanımladıklarını idda etseler de anı oluşturmamızı sağlayamıyorlar son tahlilde. Söz uçup gidiyor, dijital veriler dağılıyor ve ortada bir hiçten başka bir şey kalmıyor. Boğa'da, Karum'da, Sevinç Pastahanesi'nin ya da AKM'nin önünde buluşabildiğimiz günler diliyorum hepinize.