Nasıl oluyor da bu coğrafyanın insanları tarih boyunca hiç olmadığı kadar bireyleşirlerken aynı zamanda kaderlerini bir tek kişiye teslim ediyor görünüyorlar? Hemen herkesin söz konusu kendisi olduğunda kendi sözünü söyleme, kendi bildiğince yaşama hakkını sonuna kadar savunurken, bir başkasının aynı hakkı kullanmasına bu denli tepki duyuyor olmasıyla bağlantısı var mı?

RTE’nin, “ben çobanım herkes güttüğünden sorumludur”, demesi boşuna değil. Hakikaten kendisini öyle hissetmesini sağlayan bir kitle desteğine sahip görünüyor. Mesele RTE olduğunda bağlıları da karşıtları da ona çoban muamelesi yapıyorlar.
Biat edenler ona, kurtarıcı, koruyucu ve kurucu özellikler içeren bir kutsiyet atfediyorlar. Öyle ki, onu sevmenin ibadet olduğunu söyleyen, onda Tanrının sıfatlarını bulan vekiller bile oldu. Karşıtlarının eleştirilerinin ortak paydası ise, memleketi (sürüyü) tek başına yönetimiyle uçuruma sürüklediği. Ciddi ciddi asıl sorunun RTE olduğu, o siyasetten çekilse Türkiye’nin rahatlayacağını iddia edenler var.

RTE’nin de kendisine böylesi bir misyon yüklediği görülüyor. Devlet bir kez daha birbirine paralel iki yapı tarafından yönetiliyor. Saray, yeni paralel devlet yönetimi olmuş durumda. Bir yanda Meclis ve hükümet var, öte yanda RTE’nin Saray’da kurduğu yapı. Saray, devasa bir bürokratik aygıt gibi çalışıyor. Danışmanlar ordusu devletin yönetilme sürecinde Meclis’ten bağımsız çalışıyor, dahası KHK’lerle Meclis’e kendi yönetimini dayatıyor. Maliye’yi, Şimşek-Ağbal ikilisinin mi yoksa Bulut- Ertem ve bilmediğimiz başka kim varsa, onların mı yönettiği belirsiz. Çok da belirsiz değil, çünkü Saray’ın son karar verici olduğunu kanıtlayan çok sayıda örnek var.

Baştaki soruya dönelim. Sosyal medyadan, gündelik hayata kadar insanların kendisini ifade ettiği her mecrada görülebilen bir insan tipi/ karakteri var. Kendisini evrenin merkezine alan, kendi dışındakini sadece ve sadece kendisiyle olan ilişkisine göre değerlendiren ve kendi yargılarına saf hakikat muamelesi yapan bu tipin en önemli özelliği kendisine verili hak olarak gördüğü ‘özgürlük’. İstediğini yapabilir, istediğini söyleyebilir, istediği gibi yaşayabilir; kimse karışamaz! Hiçbir ilke olmasın ki söz konusu ‘onun yararı’ olduğunda yok sayılmasın. Hiçbir eylem yok ki ‘ona çıkar’ sağlayacaksa meşru sayılmasın. O söylüyorsa yalan, o uyguluyorsa şiddet, o ihlal ediyorsa yasak, o bozuyorsa kural, bizatihi yalan, şiddet, yasak ya da kural olmaktan çıkıyor ve yapılabilir oluyor. Rastgele örneklemeyle, RTE’ye tanrısallık yükleyenlerin kendi hayatlarıyla ilgili ifadelerine bakıldığında kimseye hesap verme zorunlulukları olmadığını yazıp söylediklerini görmek mümkün.

Eylemlerini kendisinden başka hiçbir gücün/ kişinin denetleyemeyeceğine, kendisinden başka kimseye hesap vermesine gerek olmadığına inanan insanlar, dinle nasıl ilişki kuruyorlardır? Bu hal, paradoks gibi görünse de sonunda hesap verilecek bir Tanrı olmadığı anlamına gelir. Daha doğrusu Tanrı’ya verilecek hesaba inanılsa da bunun önemsenmediğini tanıtlar. Belki de tam da bu yüzden hesaplar sadece öte dünyaya havale ediliyor. Bu durumu en iyi fark edenlerin dindarlar ve dinciler olduğunu, onların yazdıkları yakınmalara bakan, hemen anlar.

Demem o ki, dinin buyruğundan en çok söz edilen bu dönemde en çok günahı özellikle bu buyruğa inananlar işliyor. Dinsel kurallar, bu dünyadaki eylemler için bağlayıcı gücünü yitirmiş durumda. Hesap hep öte dünyaya erteleniyor. “Allahtan başka kimseye hesap vermem” diyen diyene. Bir AKP milletvekilinin söylediği “insanların günah işleme özgürlüğüne karışamazsınız” vecizesi, bu hali imliyor.

Bu zihinsel dönüşümün doğduğu tarlayı anlamak için Türkiye’de çözülen yapılara bakmak gerekiyor. Evet, insanlar yaşadıkları gibi düşünüyorlar. Geleneksel kır toplumunun insanı kaybolurken, kentin atomize olmuş, üretim sisteminin kurallarına göre yaşamak zorunda kalan bireyi hızla çoğunluğu oluşturuyor. Çözülen denetleyici ama aynı zamanda koruyucu da olan yapılardan sıyrılan insanlar, aynı anda özgürlükle birlikte bir başınalığı da deneyimliyorlar. Açlıktan karnı zil çalarken komşularının fosur fosur uyuduğunu görme hali. Kamyon irisi 4x4’ün tekerinden fışkıran çamurlu suyun ıpıslak ettiği kaldırımdaki türbanlının direksiyondaki türbanlıyı gördüğü an. Sadaka sisteminin karnını doyururken ruhunu tutsak etmesine karşı koyamayan yoksul, Allaha havale etmesin de ne yapsın!

Bu yapayalnızlık, çaresizlik içinde yok olma tehdidi yaşayan insanların, kendisiyle aynı gibi görünenin gücüne yönelmesi, onun her afra tafrasında kendi yoksulluğunun hıncını kendisi çıkarıyormuş gibi hissetmesi, kendi kaderini onun kaderine eklemekten başka çıkar yol bulamamasını anlamak gerekiyor.

Kendini ne kadar korku içinde ve yapayalnız hissedersen, o kadar sürüleşir ve kurtarıcı çobana hayatını teslim edersin.
Siyaset yapmak çobanla uğraşmak yerine sürüyü çobandan kurtarmak demek.

Medya kampanyası: Şiddet ve özellikle cinsel şiddet haberlerinde maruz kalanın gerçek ya da temsili imgesi yerine saldırganın imgesi kullanılsın. Cinsel istismar haberlerinde çaresiz ve yapayalnız çocuk imgesi kullanılmasın.