Ülkemizdeki insanların psikiyatriye yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyadakinden çok farklı değil. Kimse ruh sağlığının bozulmasını istemez. Hatta birçok atasözüne bakarsanız beden sağlığından daha fazla akıl ve ruh sağlığı önemsenir. Ruh sağlığının ağır biçimde bozulduğu bilindik ruhsal hastalıklar bir yanda bütün ciddiyetiyle devam ediyor; öte yanda, günümüzde insanların çok büyük bir bölümü daha basit görünümlü, ama insanların yaşamını en az ağır ruhsal hastalıklar kadar etkileyen birçok başka problemle iç içe: Korkular, kaygılar, çöküntüler, üzüntüler, travma sonrasında gelişen bir takım meseleler müthiş bir yaygınlık kazanmış durumda. Bunlar adeta bir sızıntı şeklinde bireylerin hayatlarında yol açtıkları zorluklarla; evlilikleri, işleri, okul hayatını ciddi bir şekilde etkileyebiliyor. İnsanlar bu küçük gözüken problemlerin de aslında büyük problemler kadar yaşamı etkilediğini anladıkları ve çözüm arayışında oldukları için hem dünyada hem Türkiye’de psikiyatrinin toplum gözündeki yeri son 25 yıl içerisinde ciddi bir şekilde değişmiş durumda. Bunun yanı sıra psikiyatri alanında bu problemlerin anlaşılmasına dönük yapılan nörobiyolojik araştırmalar, terapi ve ilaç tedavisi tekniklerindeki ilerlemeler bu durumu pekiştiriyor.

Çocukların temelde ihtiyacı olan nedir?
Çocuklar temelde ve genellikle güvenlik ararlar. Güvende hissedecekleri insanlarla birlikte olmak isterler. Bazen en sevdiğiniz kişi, sizin en güvende olduğunuz ve en çok sevmek istediğiniz kişi olmayabilir. O nedenle anne babanın sevgilerini aynı zamanda çocuğun gerçek ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kullanmaları için bir enerji kaynağı olarak görebiliriz. Sevdiğiniz için normal koşullarda çok zor gelebilecek birçok şeyi yapabiliyorsunuz. Ama çocuğun ihtiyaçları sadece sevilmekten ibaret değil. Gelişimine hizmet edecek ortamların sağlanması, örneğin öğrenme ihtiyacının karşılanması. Bu sadece ders öğrenme değil dünyayı, çevreyi keşfetme ihtiyacının karşılanması, bunu önleyici engellere (bütün gün televizyon izlenmesi gibi) çok fazla meydan verilmemesi .Sevilme temelinde güvende hissetme ve öğrenme gelişme imkanlarının sağlanması çocukların temel ihtiyaçlarını oluşturuyor.

Çocuklarda sosyallik ve sosyal beceri nasıl geliştirilir?
İnsanda sosyallik doğuştan var olan bir refleks, bir arayış, hepimizde aynı güçte değilse de. Bazılarımızda bu çok kuvvetli başkalarıyla birlikte olma, başkalarıyla ilişki kurma ihtiyacı. Bunu daha zayıf yaşayan ya da bunu yeterince iyi yapamayacağından kaygılı, utangaç yapıdaki çocukların daha çok desteklenmesi gerekiyor. Bu sosyal refleksleri güçlü çocukların da başkalarını anlamayı, başkalarının ihtiyaçlarını görebilmeyi öğrendikleri ölçüde sosyal yaşamlarının daha başarılı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla başkalarıyla anlamlı ilişki kurmanın sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamakla değil, başkalarının ihtiyaçlarını anlama, ve gerektiğinde o ihtiyaçları karşılama üzerinden de olduğunu öğrenmeleri daha iyi bireylerin gelişmesi için önemli bir araç.

Çocukları disiplin etme konusunda anne babalar sıkıntı yaşıyorlar. Oysa biliyoruz ki disiplin olmazsa başarı da olmaz. Neler öneririsiniz?
Disiplin, genellikle yüzeysel bakışla bir zorlama gibi anlaşılan ama diğer yandan yaşamın düzenli ve değerini bilebildiğimiz bir şekilde akmasını sağlayan bir yaşam tarzı. Sabah belli bir saatte kalkmak, yemekleri belli saatlerde yemek, uykuya belli bir saatte gitmek bir çocuğun disiplini açısından temel ihtiyaçlar. Başkasına bilerek zarar vermemek, bir canlıya ya da bir eşyaya zarar vermemek, bu gibi konular. Aileler disiplin konusunu daha çok kendi düzenlerinin bozulmaması üzerinden kurmaya çalıştıklarında pek başarılı olamıyorlar. Çocuğun ihtiyaçlarını daha iyi değerlendirebilen, çocuğun ihtiyaçlarını gözetebilen ailelerin aynı zamanda disiplin konusunda da daha etkin olduklarını, disiplini çocukla çatışmaksızın sağlayabildiklerini görüyoruz.

Okuldaki düzene uyum sağlayamayan çocuklar görüyoruz. Genellikle DEHB teşhisi ile tedavi altına alınıyorlar. Ülkemizde DEHB’ye rastlanma oranı nedir?
Okula uyum sağlama bir olgunlaşmanın sonucunda ulaşılan bir nokta. Özellikle okul çağına kadarki dönemde sadece ilgisini çeken şeylerle meşgul olan çocuk, okul çağından sonra ilgisini çekmese de belli konularda ödev ve sorumlulukları yerine getirmesi beklenen bir çocuk haline geliyor. Bu da yine kendini kontrol, başkalarıyla paralel, senkronize, eşzamanlı hareket edebilme gibi başka becerilerin gelişimine bağlı. Okul çağında dikkat ve davranış problemlerinin ve bunların öğrenmeyi etkilemesinin bireyler,aileler veülkeler için ciddi kayıplara yol açtığını biliyoruz. Çocukların yaşamını değiştirici, geleceklerini neredeyse alt üst edecek etkileri olduğunu biliyoruz. Bu sebeple DEHB (dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu) adlı problem kendini durdurmak gerektiğinde kontrol edememe, dikkat dağınıklığı ve aşırı hareketlilik gibi sorunların hepsini birden ve ciddi düzeyde yaşayan çocuklar için kullandığımız bir tanım. Birçok çocuk bu tür davranış sorunlarını değişik düzeylerde daha hafif formlarda da yaşayabiliyor. Ama en ciddi düzeyde (özel destek gerektirecek kadar) yaşayanların oranı ülkemizde % 8-10 civarında, dünya ortalaması da %7-11. Ama bu çocukların büyük bir bölümü ne saptanabiliyor, ne uygun bir uzmana gidebiliyor ne de okullarda bu çocuklara uygun bir değişiklik yapılabiliyor. Ülkemizde DEHB’si tespit edilebilip, ihtiyaçları karşılanan en çok % 1.5-2. Burada vurgulamak gereken, hem sorunun vakitlice saptanıp gelişimsel ihtiyaçların karşılanması için, hem de problemin çapraşıklaşmasının önüne geçecek donanımları sağlayabilmek için en önemli araçlardan birisi okulöncesi eğitimin yaygınlaşmasıdır.

DEHB nasıl bir hastalık, anne babalar tanı almadan önce ilk belirtileri nasıl fark edebilirler?
DEHB, bir kendini kontrol problemi, her yaşın kendine özgü bir kendini kontrol standardı var. Örneğin, bir yaşındaki çocuğa bir şeyi elleme dediğinizde buna uymasını, sözümüzü dinlemesini beklemiyoruz. Dört yaşına gelmiş bir çocukta kardeşine vurma dediğimizde durabilmesini ya da baban geldi kapıyı aç dendiğinde buna çok problem etmeden uymasını, ya da uygun bir itirazda bulunmasını bekliyoruz. Bu çocuğun boyun eğiciliğinden kaynaklanmıyor; daha ziyade o yaşlarda hem anlama hem dinleme becerisinin hem de başkalarıyla iyi ilişkiler kurma arzusunun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, DEHB ile ilgili şüphelerimiz ne zaman doğmalı? Çocuklar yaşıtlarının çoğunun rahatlıkla yaptığı, rahatlıkla uyabildiği düzene uyma davranışlarını gösteremediklerinde, yaşıtlarının kolayca öğrenebildiği bazı becerileri (bir takım şekiller, çizgiler ya da defter, kalem kullanımı, resim yapma gibi becerileri) yeterince geliştiremediklerinde bu kuşku doğuyor. İyi bir okulöncesi eğitimdeyseniz zaten öğretmenler ebeveynlere yol gösterici olabiliyorlar. Kalabalık nüfuslu, yoksul evlerde büyüyen çocukların gelişimlerinin bir bakıma kendi hallerine bırakıldığı, beslenmelerinin, günlerinin nasıl geçirdiklerinin denetlenemediği ortamlarda DEHB’ye ilişkin bir gözlem yapmak bazen kolay olmayabilir.

Yeni eğitim sistemiyle birlikte DEHB oranları hangi yönde değişir?
Okula başlangıç yaşının aşağı çekilmesiyle birlikte okula başlamaya hazır hale gelmek için hiçbir ön hazırlık yapmamış çocuklardan okulla ilgili ve onların henüz yetenek ve becerilerine uygun olmayan şeyler birdenbire beklenmeye başlandığında, bu çocukların bir kısmı (koşullar öyle olmasaydı) bu tip sorunlar yaşamayacakları tipte sorunlar yaşıyorlar. Böylece dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğundaki oranlar % 8-10’larda değil, büyük ihtimalle önümüzdeki dönemde bundan çok daha yüksek düzeylere çıkabilir. Bu nedenle mevcut durumdaki çocukların ihtiyaçlarına yetişemezken, sınıfları onlara göre düzenleyemezken, onların değerlendirmelerini, tedavilerini tam yapamazken, okulöncesi gereken hazırlıktan geçmemiş çocukların yaş 72 ay öncesine çekilip birinci sınıfa (müfredat hafifletilmiş olsa da, ortamın davranışsal beklentileri hafiflemediği için) vakitsiz başlatılması sonucunda DEHB oranlarının yükselme ihtimallerini artırıyor.

Günümüzde bilgisayar ve benzeri ekranlarda oynanan oyunlar çok gelişmiş durumda. Bilgisayar oyunlarıyla çocukların ilişkisi nasıl olmalı?
Bilgisayar ve benzeri ekranlarda oynanan oyunlarla, iskambil ya da tavla oynadığınızdaki farkı düşünelim. Bilgisayar oyunları; bilgisayar programcısının yazdığı kurallara göre ve onun koyduğu sınırlar içerisinde oynanır. Satranç, tavla ya da iskambil oynadığınızdaki olasılıklar tamamen sizin atacağınız adımlara göre şekillenir. Bilgisayar oyunlarının şu andaki halinde ise son derece sınırlı, hayal gücüne, yaratıcılığa pek az yer veren daha ziyade o anda hemen dürtülerin özellikle de saldırgan dürtülerin anında tatminine dayalı eğlenceli bir takım oyunlar olduğunu görüyoruz. Bunların çocuğu geliştirici hiçbir yönü olmadıkları gibi eğlendiricilikleri de daha ziyade monoton bir aktivitenin tekrarına dayalı. O nedenle, çocukların kendilerini geliştirmek için (dürtü kontrolünün gelişmesi, empatinin gelişmesi) daha yararlı olabilecek birebir insan ilişkileri, yüzyüze çeşitliliğe imkan veren sadece kurala dayalı algoritmalarla oynanmayan oyunlardan daha fazla şey katar.

Çocuklarda en önemli ve en kritik yaş dönemi hangisi? Bu yaşların özellikleri neler?

Bütün yaş dönemleri önemli; ama, beyin gelişiminin en çok gerçekleştiği ve dış etkilere karşı beynin yapısının en açık olduğu zamanlar; 0-3 yaş ve 12-16 yaş arası. Bu dönemlerde çocuklar, ergenler beyin gelişimi açısından büyük hamleler yaparken, zihinsel ve duygusal gelişimde devrimci değişikliklerin altyapısı ortaya çıkar. Örneğin, 0-3 yaşta özellikle hareket etme, dil ve kendini kontrol etme becerileri gelişir. 12-16 yaş arası ise, küçük yaşlarda kazanılıp, okul çağında pekiştirilmiş olan dil ve kendini kontrol becerilerinin duygu ve sosyal hayat içinde sınanması ve geliştirilmesi; arkadaşlık kurma, cinsel gelişimin başlaması, gelecekle ilgili tasarımlarda bulunma, yolunu görmeye başlama, toplumun ihtiyaçlarına karşı duyarlılaşma, başkaları için bir şeyler yapmak gibi özelliklerin ortaya çıktığı bir dönem. Bu tabiî ki bitmiyor; ama kimliğin ana çizgileri oluşuyor. Bu nedenle 0-3 yaş ve 12-16 yaş arasını en önemli devreler olarak ilan edebiliriz.

Eğitim konusunda nasıl bir yöntem izlenirse daha başarılı sonuçlar alınır?
Dünyada eğitim sistemi genel olarak bir krizde; bu çıkmaz gözüken durum sadece ülkemize özgü değil. Neyin nasıl öğretileceği konusunda büyük fikir ayrılıkları var. Öğrenme tarzlarında çoğumuz dönüp dolaşıp kendi dürtülerimizin ağır bastığı, kolayımıza giden tipte öğrenmeye yatkınız. Örneğin, okullarda öğretilen birçok bilginin gerçek yaşamda bir problemle karşılaştığımızda kullanılamaması, bu bilgilerin yanlış olduğu ya da bilgilerin o sırada öğrenilmemiş olduğu anlamına gelmiyor. Sadece insanın doğal eğilimleri her zaman düşündüğümüz kadar iyi değil. Özellikle karmaşık durumlarda refleksle, anında verdiğimiz bir reaksiyonla hallolabilecek konularda, insanların eğitime çok ihtiyacı yok. Ama daha derin düşünmek, sebep-sonuç ilişkisini daha doğru kurmak gerektiren durumlarda eğitimli olmak çok fark ettiriyor. Fakat eğitimlilik beklenen etkiyi yine de göstermiyor. İnsanlar birçok konuda adeta hiç eğitilmemiş gibi hareket ediyorlar. Örneğin, yer çekimi kanununun bütün maddeler için eşit olduğunu biliyoruz, ama Amerikan liselerinde yapılmış çalışmalarda; “demir mi yoksa pamuk mu daha hızlı yere düşer?” sorusuna verilen cevaplarda birçok kişinin içgüdüleriyle ve bir yuva öğrencisi gibi cevap verdiğini, öğrenmiş oldukları bilgiyi, yer çekimi yasasının her madde için eşit geçerlilikte olduğunu, unuttuklarını görebiliyorsunuz. Bu nedenle birçok durumda eğitim en mükemmel koşullarda bile istendiği kadar iyi değil.

Eleştiri var; çözüm yok? Eğitim ortamındaki son karmaşanın küçük çocuklara ilişkin kısmında daha iyi bir eğitim için atılabilecek bazı ilk ve ilkesel adımlar: 60-71 ay arasındaki her çocuk okulöncesi eğitim sınıfına devam etsin; 72 ay ve sonrası yola devam etsin. Birinci sınıf müfredatı da farklı öğrenme hızlarındaki çocukların ihtiyaçlarına göre değişen ağırlık düzeylerinde düzenlensin. Sınıfların nüfusu 30’u aşmasın, ideal sayı olan 20-24 arası hedeflensin. Öğretmenlere daha fazla ders öğretmesi (ezberletmesi) için değil, doğru, iyi ve güzel davranışların kazandırılması için hedefler konsun. Barışçı, duygularının farkında olan, kendine ve başkasına saygılı öğrenmeye meraklı, okuma-yazmayı iyi bilen, sayılardan korkmayan, insanlar yetiştirmek bir amaç olsun. Dinsel inanç, siyasi fikir ya da etnik köken farklılığından ötürü çocuklarda başka çocuklara karşı bir eksiklik hissi yaratacak içerikten, kin duygusunu doğuracak her türlü ayrımcılıktan kaçınılsın.

(Öznur Karaeloğlu’nun eczatek dergisi için röportajındaki sorularına yanıtlar)