Timur Soykan’ın 3 ve 7 Aralık’ta gazetemiz BirGün’de yayımlanan iki yazısı, Türkiye’deki tarikat gerçeğini bir kez daha en çarpıcı haliyle gözler önüne serdi. Okuduklarımız dehşet vericiydi ama tarikat türü yapıların nasıl bir toplum düzeni istediğini bilenler için şaşırtıcı olmaktan uzaktı.

Türkiye çok uzun yıllardır tarikat ağlarıyla sarılmış bir ülke. Tarikat ve cemaatlerin iktidarlarla olan yakın ilişkilerini, sol fikirler yeşermesin diye toplumsal tabanda yayılmaları için nasıl teşvik edildiklerini, farklı bakanlıklarda, orduda sahip oldukları nüfuzu, yargıdaki güçlerini ve imtiyazlarını bilmeyen yok. Bu ilişkilerin AKP’li yıllarda derinleştiğini de… Kısaca son skandalda ismi geçen Yusuf Ziya Gümüşel’in “gönül bağıyla” bağlı olduğu İsmailağa Cemaati’nin tarihinden bahsedelim örneğin.

İSMAİLAĞACILAR VE 1950’Lİ YILLARDAKİ DÖNÜŞÜM

Bugün İstanbul’un Fatih ilçesinin Çarşamba semtinde bulunan ve 1950’lerde İsmailağacılara ismini verecek olan İsmailağa Camisi, bundan 300 yıl önce, bir şeyhülislam olan İsmail Efendi tarafından yaptırılıyor. 1923’te Cumhuriyet’in ilanını takip eden süreçte tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasından sonra kimsenin sahip çıkmadığı bu cami, atıl hale geliyor. Bakırcı ve kalaycıların kullandığı metruk bir yapıya dönüşen cami İsmailağacıların anlatımına göre ahır olarak da kullanılıyor. Hatırlanacak olursa “camilerin ahır yapıldığı” söylemi, Erdoğan’ın da sık sık başvurduğu bir ajitasyon.

Uzun yıllar bu şekilde kaldıktan sonra İsmailağa Camisi, birtakım vakıflarca 1952 yılında yenileniyor. Bu alelade bir dönem değil. Türkiye’de devlet destekli gelişen anti-komünist kampanya, Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelmesinin ardından saçaklanıyor. NATO’ya girmek ve iktidarını korumak için ABD’nin sola ve “Sovyet tehlikesine” karşı geliştirdiği Truman Doktrini doğrultusunda “milli ve manevi değerleri” öne çıkarmak isteyen hükümet, birçok sağcı oluşumu besliyor. Komünizmle Mücadele Derneği de bu süreçte kuruluyor. 1951’de Türk Ceza Kanunu’nda aşırı sol faaliyetlere karşı sert cezalar verilmesini öngören değişiklikler yapılıyor. 1950’de patlak veren Kore Savaşı’na asker göndermeyi de ihmal etmeyen Menderes iktidarı ile Türkiye, 1952’de resmen NATO’ya katılıyor.

İsmailağa Camisi yeniden faaliyete geçtikten sonra, 27 yaşında Trabzonlu bir hoca olan Mahmut Ustaosmanoğlu burada çalışmaya başlıyor. Ustaosmanoğlu, 1954’ten 69 yaşında emekli olduğu 1996 yılına kadar İsmailağa Camisi’nin imamı, yani devlet memuru olarak görev yapıyor. İsmailağacıların yıllar boyunca örgütlendiği yer de Diyanet’e bağlı bu cami oluyor.

42 yıl bu camide imamlık yapan Mahmut Ustaosmanoğlu, evi gibi kullandığı mekanda bir tarikat kuruyor ve müritleri tarafından Mahmut Efendi ya da Efendi Hazretleri gibi yakıştırmalarla anılmaya başlıyor. Cemaat de örgütlendiği caminin ismiyle anılıyor. Ustaosmanoğlu bu dönemde yeryüzündeki kum taneleri kadar hoca yetiştirilmesi gerektiğini söylüyor, her mahalleye bir erkek bir de kız medresesi açılması gerektiğini savunuyor. Yediden yetmişe herkesin dini bu medreselerde öğrendiği bir toplum hayal ediyor. Ustaosmanoğlu, cemaatindeki kadınların çarşaf giymesini ve eğitim almamasını istiyor. Erkeklerin ise sakal bırakmasını, şalvar giymesini, sarık ve cübbe kullanmasını emrediyor. Ustaosmanoğlu diğer pek çok cemaat gibi çağdaş medeniyet ile savaş halinde olan cemaatinin, sadece zihnen değil fiziken de “ayrı bir dünya”sı olması gerektiğini düşünüyor. Müritlerinden Cumhuriyet’in bir yurttaşı gibi davranmasını değil, bir kul gibi iradelerini kendisine teslim etmesini bekliyor.

Mahmut Ustaosmanoğlu, 1996’da imamlıktan emekli olsa da öldüğü Haziran 2022’ye kadar İsmailağacıların lideri olarak kalıyor. Baskı gördüğü zamanlar da oluyor ama genelde yaşamı boyunca hem kendisi hem de cemaati devlet yetkililerince destekleniyor. Anayasa’ya aykırı, çağdışı fikirlerine ve uygulamalarına rağmen her zaman iktidarlar tarafından saygı görüyor.

Bu saygı ve destek, AKP döneminde zirveye çıkıyor. Yasal adı “İsmailağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı” olan cemaate, Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olduğu 2015 yılında Bakanlar Kurulu’nun kararıyla vergi muafiyeti tanınıyor. Aynı kararla cemaat devlet tarafından “kamu yararına çalışan bir kuruluş” olarak tanımlanıyor.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ekim 2021’de İsmailağa Camisi’ni ziyaret ediyor ve burada hutbe okuyor. Erbaş hutbesinde nikahsız ilişkileri yerip eşcinselleri hedef göstererek İsmailağacıları mest ediyor.

Cemaatin “Kız çocukları eğitim alamaz” diyen lideri Ustaosmanoğlu’nun birkaç ay önceki cenazesinde ise başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devlet erkanı hazır bulunuyor. Bakanlar, eski başbakanlar ön saflara geçmek için birbirleriyle yarışıyor. Cumhurbaşkanı kendisinden, “ilim, irfan ve hikmet sahibi bir önder” olarak söz ediyor.

İsmailağa Cemaati’nin bugün bir televizyon kanalı, bir yayınevi, onlarca Kuran kursu ve “Allah yolunda” mülk edinip kira geliri sağladığı gayrimenkulleri var. Bağış zaten doğal gelir metodu. Dini konularda kendi yaklaşımları uyarınca danışmanlık vermelerini sağlayan özel bir telefon hattına sahipler. Binlerce çocuğa “eğitim” veren kurumlar işletiyorlar. “Sosyal destek” adı altında devletin sahipsiz bıraktığı yoksul kesimlere ulaşıyorlar. Sadece yurtiçinde de değil yurtdışında da faaller. İç savaşla darmadağın edilen Suriye, pek çok tarikat gibi onların da ilgi alanına giriyor. Hac ve umre ziyaretlerinin yanı sıra Kudüs, Buhara, Semerkand, Tirmiz, Taşkent, Horasan, Endülüs, Hindistan ve Pakistan’a gezi düzenleyen bir turizm organizasyonunu bünyelerinde barındırıyorlar.

“Gönüllüleri” cezası müebbete varabilecek bir suçun sanığı oluyor ama tutuklanmıyor. Muhalifleri uydurma iddialardan tutuklayan yargı, bu kişileri tutuksuz yargılamayı uygun görüyor. Vakti zamanında devletin bir savcısı, gerçekte 14 yaşında olan ve 17 yaşında olduğu söylenen bir kız çocuğunun kemik yaşının 21 olduğunu iddia eden sahte rapordan işkillenmiyor, dosyayı kapatıveriyor.

Skandalın ortaya çıkmasının ardından Diyanet, “Konunun yüce dinimiz İslam ile bağdaştırılması son derece rahatsız edicidir” açıklamasıyla toplumsal tepkiyi engellemek için olayı “kutsallık” hattına çekiyor.

Aile Bakanı, istismarın siyasetin konusu olmadığını iddia ederek konunun politik tarafını karartmaya çalışıyor. Muhalefet kanadından bile benzer sesler yükseliyor; Saadet lideri Temel Karamollaoğlu, tarikat ve cemaatlerin kapatılmasını talep edenlerin aklını sorguluyor.

İSTİSMAR BİR SONUÇ

Öğrendiğimiz vaka, korkunç bir cinsel istismar olayından çok daha fazlası. Birileri olayın politik yönünü örtbas etmek istese de Türkiye’de sağ devlet aklının yaptığı tercihler ve son 20 yılda AKP’nin ülkeyi sürüklediği istikamet, bugün çocukların güvende olmadığı bir ortam yaratarak yaşananların “siyasi ayağı” oldu.

2016’da Karaman’da Ensar Vakfı’na bağlı bir yurtta 45 çocuğa tecavüz vakasını da BirGün ortaya çıkarmıştı ve o zamanlar da aynısını söylemiştik: Bu düzene laikliği savunarak çomak sokmadıkça ve ülkeyi solun değerleriyle sarmalamadıkça geleceği kurtarabilmenin imkânı yok. Mesele inanma ya da inanmama değil, özgür yurttaş olabilme meselesidir. İşte Cumhuriyet’in 100. yılında kritik bir seçime doğru giderken halkın karşısında duran yol ayrımı budur.

Ve elbette #TimurSoykanYalnızDeğildir