Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 12. Maddesi, çocuğun her konuda görüşünün alınacağını ve bunun onun hakkı olduğunu yazar. Ama bugün görüyoruz ki, yasa koyucunun “çocuğun yararı” ilke hükümleri, çocuk için beklenen etkiyi yapmıyor, yapamıyor

Çocuklar ne yapsın?

Ümran Sölez Tan - İstanbul Eski Çocuk Mahkemeleri Yargıcı

Çok yakın zamanda İstanbul’da korkunç bir cinayet işlendi. Baba, on yaşında oğlunu bıçaklayarak öldürdü. Bu suç, bir boşanma davasının seyri içinde, hüküm altına alınan, çocukla babası arasında tesis edilen, “kişisel ilişki” içerisinde gerçekleştirildi. “Kişisel İlişki”, çocuğun, velâyeti kendisine bırakılmayan anne veya babasıyla, belirli aralıklarla birlikte bulunmaları için, mahkemece karar altına alınan, süreli bir ilişki biçimidir. Ancak bu “Kişisel İlişki” velayeti kendisinde olmayan tarafa sınırsız bir hak olarak da tanınmamıştır; Türk Medeni Kanunu’nun 324. Maddesi’nin 1. Fıkrası “ anne ve babadan her biri diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür” der.

Yaygın bir uygulama olması sebebiyle olsa Kişisel İlişkisi engellenen taraf, bu fıkra uyarınca hemen İcra ve İflas Kanunu’nun ilgili maddesi gereğince, İcra yoluyla Kişisel İlişkinin yerine getirilmesini talep etmektedir. Yasanın bu olay sebebiyle bizi ilgilendiren 2. fıkrası ise, her ne kadar “Kişisel İlişki sebebiyle, çocuğun huzuru tehlikeye girer veya anne ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddi olarak ilgilenmezler ise ya da diğer önemli sebepler var ise Kişisel İlişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir” demiş olsa da, bu fıkranın bilgi yetersizliğinden olsa, pek de başvurulan bir kanun yolu olmadığına bu olay vesilesiyle tanık oluyoruz!

Oysa, gazete ve TV haberlerinden öğrendiğimize göre, olayımızda bu 2. fıkradaki diğer sebepler fazlasıyla mevcuttur. Annesinin, babasının bu boşanma çekişmesinde babası tarafından kurban seçilen10 yaşındaki çocuğun hissiyatıyla ve akıbetiyle alakadar olamadan geçemiyorum... Dayı, “Babanın Kişisel İlişki sırasında çocuğu götürdüğü evin kapılarını kilitleyerek doğal gazı açarak, onu tehdit ettiğini ve bunu da tüm aile bireylerine telefonla haber verdiğini, bunu emniyete bildirdiklerini, emniyetin darp olup olmadığını sorduğunu bu yoksa bir şey yapamayacaklarını ifade ettiklerini söylemiştir. Pek tabi, bunların doğruluğu mahkemece araştırılarak tespit edilecektir.

Benim üzerinde durmak istediğim husus 1995 yılında ülkemizde yürürlüğe giren Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi hükümlerinin 22 yıldır ne kadar dikkate alınıp alınmadığı, buna dayalı olarak çocuğun üstün yararının ne kadar gözetildiği ve onun kişisel görüşüne ne kadar başvurulduğudur. Son yıllarda çocuklara yönelik suçları biraz olsun düşünüp hatırlayabilecek olursak ne kadar vahim ama aynı zamanda göstereceğimiz ufak bir dikkatle engellenebilmesi o kadar kolay olaylarla karşı karşıya olduğumuzu da görebileceğiz ki, bu olayın üzerinden henüz bir hafta geçmeden benzer şartlarda bir çocuğun daha, şizofren olduğu söylenen babası tarafından öldürüldüğünü öğrendik.

Ne yazık ki, UÇHS’nin tüm bu olaylar içinde uygulanıp uygulanmaması o toplumun yalnızca kendi çocuklarına nasıl yaklaştığını değil aynı zamanda o toplumun şefkatini ve koruyucu değerlerinin de göstergesi olmaktadır... Ve yine biliyoruz ki, kabul eden ülkeler “İnsanlık, çocuklara, elindeki en iyi şeyi borçludur” ilkesi ile hareket etmeyi kabul etmişlerdir. UÇHS’nin üçüncü maddesi çocuğun Üstün Yararı’nın ne olduğunu anlatır. Çocuğun toplum tarafından saygı görüp önemsenmesi; onların kendileriyle ilgili her işte ve işlemde öncelikleri olduğunun toplum tarafından kabul edilip benimsenmesi!

Buna göre üst ve ast ayrımı yapılmadan devlette görev alan tüm yetkililerin vali, kaymakam, yargıç, savcı, emniyet görevlisi, öğretmen ve benzeri tüm memurların çocuğun bu üstün yararı ilkesi uyarınca çocuklarla ilgili iş ve işlemlerde iki kere düşünüp karar vermelerinin yanı sıra işi sonuna kadar takip etme yükümlülükleri bulunmaktadır. UÇHS’nin 12. maddesi çocuğun, her konuda görüşünün alınacağını ve bunun onun hakkı olduğunu yazar. Ama bugün görüyoruz ki, yasa koyucunun, söz konusu sözleşmeye dayanarak TMK’nin 182/1-2 Maddesi’nde yer verilen “çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak
bakımından yararları esas tutulur” cümlesinde olduğu gibi, bu ve bunun gibi yasalara bir kaç satır olarak iliştirdiği “çocuğun yararı” ilke hükümleri, çocuk için beklenen etkiyi yapmıyor, yapamıyor. Polis, yapılan şikayeti çocukla ilgili bir ihbar olarak değerlendirmeyerek, vak’ada darp arıyor. Boşanma davasının tarafları kişisel İlişki kararının yerine getirilmesi için hemen hemen herkes gibi bir takipte bulunmayı bilse de, eğer sebepleri varsa, bu kararın, yukarıda değinilen TMK’nin 324.
Maddesi’nin 2. Fıkrası uyarınca itirazda bulunup kaldırılmasını talep edebilecekleri konusunda eğer bir avukatları da yoksa bilgi sahibi değiller. Bütün bu bilgi yoksunluğu içinde kimse o, 10 yaşındaki çocuğa, bu İlişki hakkındaki görüşlerini ve babası ile olduğu saatlerdeki psikolojisini sormuyor; ve o, ölüyor, öldürülüyor!

Bu olay bize, bir kez daha, UÇHS hükümlerini, vicdanlarımızda ve yasalarımızda henüz içselleştirmediğimizi gösterdi. Böylesi çocuk cinayetlerini önleyebilmek için, mevcut tüm yasaların öncelikli çocuklarla ilgili her bir maddesinin birçok olasılıklar göz önünde tutularak daha açık olarak düzenlenmesinde ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve diğerlerinin, çocuklarla ilgili işlerde Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin öncelikle ve ivedilikle uygulanmasında sıklıkla daha da yol gösterici genelgeler yayınlamalarında yarar bulunmaktadır.