Doruk henüz beş buçuk yaşında… Ama kendine göre çok iyi bir futbolcu. Dedesiyle yaptığı bütün maçları kazanıyor. Özellikle evin uzun koridorunda küçük topla yapılan bütün maçları galibiyetle bitiriyor.

Küçük olması ona bir avantaj sağlıyor. Topun ebatları da tam onun küçük ayaklarına göre dedesi tarafından seçildi.

Maçlar genellikle 10 gol üzerinden yapılıyor. Eğer dedesi onuncu golü atarsa, Doruk “maç 20’de biter” diyor. Böylece maç uzuyor. Dedesi de iddialı oynadığı için bazen 20’de de bitemiyor. Doruk “30’da biter” deyince akan sular duruyor.

Genel kural olarak maçlar kalecisiz yapılıyor. Koridorun iki ucundaki kapılar kale oluyor. Fakat Doruk kendi kalesine girmekte olan topu elle yakalayıp, yeni kuralı ilan ediyor:

-Ceza sahası içinde elle tutabilirim!

Ama aynı şeyi dedesi yapınca futbolcu-hakem ve kural koyucu Duruk “tamam” diyor:

-Penaltı!

Hiç itiraz falan istemeden topun başına geçiyor. Kalecisi olmayan kapının ortasından topu geçiriyor ve sonucu ilan ediyor:

-Ben kazandım!

Dedesi itiraz edecekken anne devreye giriyor, yemek saatinin geldiğini ve sofranın hazır olduğunu söylüyor, mağlup durumdayken “karnım aç değil” diye direnen Doruk, galip olduğunda anında ellerini yıkayıp sofrada yerini alıyor. Çatalı kaşığı eline almadan maç hakkında bilgi veriyor:

-Ben kazandım!

Doruk okul öncesi çağda bir çocuk olduğundan yaptığı her şey genel kabul görülüyor. Ev halkına sevimli geliyor. Çünkü o evin neşesi. Sinirlenmesi, sevinmesi, itiraz etmesi, kabul görmesinin ayrı bir tadı var.

Çocuk işte… Büyüyecek, bazı kuralların herkes için eşit olduğunu öğrenecek. Kendisine göre kurallar koyamayacağını anlayacak. Eliyle tuttuğu, ayağıyla attığı gollerin nizami gol sayılmayacağını görecek.

Bütün çocuklar gibi o da…

Ailenin neşe kaynağı…

Hiçbir sorun yok.

Ama… Eğer çocukluk ölçülerini yanına alıp, büyüyerek geldiği mevkilere makamlara; kendi galibiyetleriyle sonuçlanan koridor maçları kurallarını dayatmak isterse o zaman sıkıntılı durumlar ortaya çıkabilir.

Böylesine çocukça ölçüler çocuklukta kalmalı!

*****

Çocuk Bayramı 90 yaşında

Barış Elçileri

Çocuklar bu dünyanın en güzel canlıları, küçük insanlar. Haydi öteki çocuklara haksızlık etmeyelim. Bütün memelilerin çocuk halleri de aynı insanların küçükleri gibi güzeldir. Hatta adları daha sonra “yırtıcı” olacak aslanların, leoparların, çitaların, kaplanların da bebeklik halleri çok güzeldir. Henüz on haftalık bir aslan yavrusunu kucağına alıp sevmiş biri olarak bunu çok yakından hissetmiştim Afrika’da…

Büyüyünce işler değişiyor. Bir belgeselde görmüştüm, yeni doğmuş bir antilop yavrusu yanlışlıkla aslan sürüsünün içine doğru koşarak dalıyor. Yavru aslanlar onunla oynamaya başlıyorlar. Sonra büyük aslanlar geliyor, küçüklere oyun oynamak yerine daha içgüdüsel bir şeyin gerekli olduğunu gösteriyorlar.

Buradan hareketle sormak gerekiyor:

-Dünyayı çocuklar yönetselerdi, acaba savaşlar çıkar mıydı?

Bütün siyasi mücadelesini kısa bir cümle ile özetleyen Mustafa Kemal Atatürk şöyle demişti:

-Yurta barış, dünyada barış!

Sonra da yüzünü çocuklara dönmüştü. Dünyadaki ilk çocuk bayramını onlara armağan etmişti.

Çocukların barışı en iyi savunacak unsurlar olduğunu görmüştü.

İzmir Gaziemir Belediye Başkanı Halil İbrahim Şenol, büyük bir iş kotararak 23 Nisan için “Barış Elçileri” adıyla bir belgesel yaptırdı. Yönetmen Günel Cantak’ın İzmir, Bakû, Gorajde, Kirkova, Sofya, Bükreş, Volvograd kentlerinde 82 kişiyle konuştu, çekimler yaptı. Bu yorucu çekimler sırasında 12 bin 266 kilometre yol katetti.

Bu görkemli belgeselin ilk gösterimi 22 Nisan 2017 Cumartesi akşamı 19.00’da Gaziemir Optimum Cinemaximum Sinemalarında yapılacak.

Neden Gaziemir?

İzmir’in bu şirin ilçesi tam 20 yıldır, aksatmaksızın 23 Nisan Şenliklerini Uluslararası boyutta düzenliyor. Bu zaman zarfında değişik ülkelerden Gaziemir’e 5 bin 956 çocuk geldi.

Şimdi bu sessiz başarının görünen hali ortaya çıkıyor. Bosnalı savaş mağduru Kemal Muratsaphiç 17 yıl önce Gaziemir’e geldiğinde 7 yaşındaydı. Şimdi bu belgesel ile yeniden çocukluk şehrine dönüyor. Daha onun gibi pek çok çocuk-genç belgeselde yer alıyor.

Günel Cantak daha okuldan mezun olurken büyük bir belgesel yapma yeteneğini göstermiş bir genç belgeselciydi. Duvar adını verdiği 5 bölümlük belgesel İZTV’de yıllarca gösterildi. Türkiye’nin Faili Meçhul tarihini aydınlatıyordu.

Sonra CNN Türk’te çok başarılı işler yaptı. 32 Gün’de Mehmet Ali Birand’ın yardımcısı olarak çalıştı. Şimdi kendi kanatlarıyla uçuyor.

Büyük bir projenin altında başarıyla kalktı. Atatürk’ün 90 yıl önce öngördüğü yoldan geçerek, harika bir belgesel ile geldi:

-Barış Elçileri!