Depremin çocuklar üzerinde kalıcı psikolojik etkileri olacak, bu kaçınılmaz. Ailesini, arkadaşını, komşusunu, öğretmenini kaybetmiş; evi, okulu, yaşadığı mahalle ve şehri yıkılmış çocuğun kaldırabileceği travma değil bu. Nitekim depremin çocuklar üzerindeki etkisini yerinde gözlemleyen Adnan’ın (Gümüş) izlenimleri de bu yönde; Adnan, depremi her yaş grubunun farklı yaşadığını, küçüklerin daha derinden etkilediğini söylüyor. Aynı şeyi deprem bölgesinden sınıfına öğrenci gelen Mersin ve Ankara’daki öğretmenlerden de dinledim. Depremin çocuk psikolojisine baskısını tümüyle ortadan kaldırmak mümkün olmasa da zamanında ve doğru önlemlerle çocukların normale dönmesini sağlamak mümkün. Bu konuda büyük rol, nihai amacı toplumsal ruh sağlığını iyileştirmek olan eğitime düşüyor.

Deprem yaşamış çocukların tahrip olan psikolojisini düzeltmeyi zamana bırakmak olmaz. Anında ve yerinde müdahale edilmelidir. Fakat ne yazık ki ilk andan itibaren çocukların yanında olması gereken Milli Eğitim Bakanlığı deprem bölgesine girmedi. O, sahadan uzak durunca yerini ruh sağlığı ile ilgili malzemesi ve yöntemi olmayan Diyanet, tarikat ve cemaatler doldurdu. Her bir öğretmeni eğitim, çocuk ve gelişim psikolojisi uzmanı sayılan MEB ise hâlâ ortalıkta yok.

Yaralı bir depremzedeyi hastaneye götürmek ne kadar acil ve gerekli ise ruhsal çöküntü içindeki çocukları ait oldukları sosyal topluluğa kavuşturmak o denli elzemdir. Çocuk için bu yer okuldur. Okul, yani eğitim, psikoloji ve pedagoji bilimiyle çalışır. Çocuk psikolojisine uygun tasarlanmış müfredatı, öğretmeni ve yönetimi ile okul (eğitim), çocuğun fiziksel ve zihinsel durumunu dikkate aldığı gibi onda meydana gelen ruhsal değişimleri de takip etmesini bilir. O nedenle deprem bölgesinde açılması gereken ilk yer okul olmalıydı.

Çocukların bu süreci olabildiğince az hasarla atlatabilmesi için okulların bir an önce açılması gerekirdi. Fakat Milli Eğitim Bakanlığı, en çok ihtiyaç duyulan bir anda okulları açmayarak çocukları tarikat, cemaat ve Diyanetin kuran kurslarına emanet etti. YÖK’ün üniversiteleri, MEB’in okulları açmaması tamamen kötü niyetten kaynaklanıyor. Her ikisi de pedagojinin ve psikolojinin eğitimde kullanılmasına karşı. Çünkü biliminden yararlanan eğitimi ne denli sekteye uğratırlarsa pedagojiden, psikolojiden ve bilimsel bilgiden yararlanmayan dini eğitime o denli alan açacaklarını düşünüyorlar.

Çocukların bozulan psikolojisini düzeltmek, onlara hasta muamelesi yapmadan akranlarıyla ve öğretmeniyle birlikte olmanın sağladığı güven ve olağan ortamlarında hayatlarına devam etmeleriyle mümkündür. Eğitim, psikolojiden sadece eğitimsel faaliyeti çocuğa göre belirlemede yararlanmaz, onun duygu durumuna uygun ortamı da hazırlar. Bundan ötürü okulu sadece akademik öğrenme merkezi olarak düşünmemek gerekir, orası aynı zamanda daha yaygın, gerçekçi ve etkin sosyal bir ortamdır. Okulları acilen açmak varken milyonlarca (4 milyon) çocuğun kuran kurslarında, şeyh/şıh evlerinde, klinik benzeri birkaç ünitede ruh seanslarıyla tedavi edilebileceğini düşünmek akılsızlıktır.

Okulun çocuk güvenliği açısından önemini anlamak için pedagoji bilen, çocuk psikolojisinden anlayan biri olmak gerekmiyor; çocukları dinlemek yeterli: Anadolu Ajansına konuşan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının “Psikososyal Destek Programı”nda görevli bir uzman ”Çocuklarımız öğretmenlerini heyecanla bekliyor. Sabah erkenden psikososyal destek çadırlarına gelerek 'Öğretmenimiz gelecek mi, yine oyunlar oynayacak mıyız?' diye soruyorlar." diyor. Çocuk, gayet açık bir şekilde klinikte tedavi edilecek hasta olmadığını, nerede, kiminle olmak istediğini söylüyor. Bütün mesele onu anlayacak bir eğitim yönetiminin olmaması.

Kurtarma faaliyetinin durdurulmasının hemen ardından okullar açılmalıydı. Bölge dışından gönüllü öğretmen bulmak, güvensiz okullar yerine birkaç konteynırı okul olarak tasarlamak o gün de bugün de mümkün. Diyanetin çadır camiler ve “Çadırkent Kuran Kursu” açtığı yerde MEB’in konteynır okullar açmamasının hiçbir mazereti olamaz. Depremden az etkilenen ve daha çabuk normalleşen yerleşim yerlerindeki okulları açarak sahadaymış gibi davranmak da Milli Eğitim Bakanlığı'nın kötü niyetini gizleyemez.