Laik eğitim zor zanaat… Mezun olduğum Oruç Gazi İlk Öğretim Okulu’nun önünden her geçişimde göz açıp kapayana kadar imam hatipe dönüştürülen okullardan biri olmadığına şükreder, inşallah İmam Hatip olmaz diye dua ederim!

Türkçe öğretmenlerimiz, sınıf kitaplığına 10 tane kitap almayı bahane edip, 7- 8 kez sahaflar çarşısına gezi düzenlerdi. Henüz sahaflar çarşısının test kitabı kırtasiyecileri çarşısına dönüşmediği, sahafların olduğu yıllar…

Okulun on dakika ötesindeki Fatih Reşat Nuri Sahnesi’ne bizi düzenli olarak tiyatroya götürürlerdi.
Genç öğretmenlerin emeklilik yaşı gelmeden önce atanabildiği yıllar…

Şimdi çocuğu zorunlu dini eğitime tabi tutulmasın diye, kredi çekip çocuğunu özel okulda okutmak yahut ikametini mam hatipe uzak bir yere aldırmak için taşınmak ikilemine tabi tutuluyor veliler. Bizimkiler o zaman eğitime katkı payını bile vermemek için maraza çıkarırdı.

Ulusalcı sayılabilecek, laik olmakla övünen bir okul yönetimi vardı: Yine de din öğretmenimizin şöyle kıssalarla bizi imana davet etmesini engelleyemediler: “Bir gün yazlığa giderken bizim hanım dolapta et unutuyor. Sigorta atmış. Eve dönüp dolabı açtık ki… Hanım bir çığlık attı! Et kurtlanmış, kurtlar cehennem ateşinde yanarken kurtar bizi ya rab diyen tövbekârlar gibi savruluyor. Kurtların o haline gözyaşı içinde ibretle baktım. Rabbim… Bizi imandan ayırma… Bizi cehennem ateşinde yananlardan eyleme…” Hoca, ellerini hiddetle sallayarak cızzz diye öten, arada göz kırpan floresan ışığa bakıyor; yalvaran kurt taklidi yaparak bizi imana çağırıyor.

Biz evde anlatmıyoruz bunu. Şikâyet edilecek bir şey olduğunu bilmiyoruz… Bir süre her et gördüğümüzde elektrik kesintisi olmamasını diliyoruz. Vıcır vıcır kurtlar… Cehennemde yanıyorlar!

Tekrar edeyim; laik olmakla her fırsatta övünen bir okuldu ve büyük oranda öyleydi… Ama kapalı kapıların ardını kontrol edemiyorlardı.

Ortaokulda bir öğretmenimiz var. Hem tarih, hem coğrafya dersine giriyor. Sevmiyoruz, bize kitap tavsiye etmiyor, espri yapmıyor, sinemaya götürmüyor… Arkadaşımız değil. Ama iyi bir kadın olduğunu düşünüyoruz gene de. Kendine has bir hoşgörüsü var. Geç kalan öğrencilere anlayışla yaklaşıyor: “En azından niyet edip okula gelmişsin.”

Tavandaki floresan lambalarla aynı renkte muntazam dişleri var. Her sabah misvakla ovduğunu anlatıyor. Sünnetmiş. Ayrıca Hırka-i Şerif Camisi’ne gidersek de Hazreti Muhammed’in hırkasının nasıl hiç bozulmadan kaldığını görebilirmişiz. Misvak da cami avlularında satılıyormuş.

Sık sık, dünyaya dair hiçbir dileği olmadığını ama bazen rüyasında kendisini bir tosbağa arabanın direksiyonunda gördüğünü söylüyor.

Tarihten hikâyeleri canlandırarak anlatıyor. Genç Osman’ın büyük görünmek için dudağına çakar gibi geçirdiği tarak mesela… Genç Osman kanlar içinde…

Öğretmenimiz coğrafya ve tarih dersini bir potada eritiyor. Ellerini hiddetle sallayarak anlatıyor: “Komünizm için boş bir karpuzdu. Yarıldı. Kahrolsun komünizm, kahrolsun komünizm dedik… Kahroldular!” Ola ki bir savaştan bahsediyorsa hepten aşka geliyor: “Müslümanlar, ölmezler, şehit olurlar. Komünistler; ölmezler, geberirler!”

Yine de… Oruç Gazi’nin önünden her geçişimde, imam hatip olmadı diye ferahlarken; öğrendik ki, okul; Fatih Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından, yaz boyunca, Türkiye’deki Suriyeli öğrencilerin eğitimi için dinci Şam İmarı Derneği’ne tahsis edilmiş. Okula gönderilen yazıda, kimlerin eğitim vereceği açıklanmamış. Şam İmarı Derneği’nin başkanı; Suriye Âlimleri Birliği üyesi Eymen Şabani. 2014’te Bağlarbaşı’nda düzenlenen ‘Şehitler Gecesi’nde “Çocuklarımız cihada âşıklar, şehit olmak için çalışıyorlar. Suriye’deki savaş sadece Suriyelilerin değil, tüm Müslümanların savaşıdır” diyerek cihat çağrısı yapmıştı.

Biz, eğitimin laikliğiyle övünülürken bile, kapalı kapılar ardında, cehennemle korkutularak, “Müslümanlar ölmezler şehit olurlar, komünistler ölmezler geberirler” nidalarıyla büyüdük. Şimdi aynı okul sıralarında, zaten savaş mağduru olan çocuklar, gençler; açıkça savaş propagandası yapanlara teslim ediliyor. Tüm çocuklar için; laik, parasız, eşit, anadilde, ANTİMİLİTARİST eğitim!