“Barışta oğullar babalarını, savaşta babalar oğullarını gömer.” Lidya’nın son kralı Kroisos’un bu meşhur sözlerini bilirsiniz. Yaklaşık 2 bin 500 yıl önce söylemiş.

Şimdi yine savaşın içinden geçiyoruz, çocuk cenazeleri önümüzde dizi dizi. Bazılarının gömülmesine bile izin verilmiyor. İnsanlık geliştikçe daha rafine vahşet yolları bulunuyor.

Peki öldürenlerin akıbeti ne olacak? Önceki cinayetlerinden anlayabiliriz:

Ramazan Dağ: 13 yaşındaydı, Uludere’de 1988’de “Dur ihtarına uymadığı” için öldürüldü. Zamanın İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli, SHP milletvekilinin soru önergesini yanıtlarken “yanlışlıkla öldürüldüğünü” kabul etti. Bakanın açıklamasına göre asker saklanmış PKK’lilerin geçmesini bekliyordu. Ramazan dur ihtarını duyunca korkup kaçmak istedi. Kaçamadı. Vuranlar kim, bilmiyoruz.

Abide Ekin: Yer: Şırnak, Güçlükonak, yıl: 1993. Bir sabah vakti asker köylerine ateş açtı, saldırıya uykuda yakalandılar. Evlerine bomba da atıldı, Abide karnından yaralandı. İlk müdahaleyi komşuları, eline geçirdiği bez parçasıyla yaptı. Askerler köyü yaktı, hayvanları öldürdü, erkekleri dövdü. Abide annesiyle birlikte köyün camiine sığındı, iki gün sonra burada öldü. 11 yıl sonra AİHM, Abide’nin yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Bu karar hiçbir askerin yargılanmasına vesile olmadı.

Fatma Erkan: Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Sitê köyünde 14 Ekim 1995’te üç kişi öldürüldü, “PKK’li oldukları” söylendi. En azından haber bültenlerinde. “Terörist” diye resmi kayıtlara geçenlerden biri 11 yaşındaki Fatma’ydı. Öldürüp yanına koydukları silah kendisi kadardı. Otopsi raporuna göre ayaklarında terlik, üzerinde pembe eşofmanı vardı. Dava mı? Ne davası? Babasının 19 yıl sonra İHD’ye başvurmasıyla Fatma’dan haberdar olduk.

Uğur Kaymaz: Evinin önünde ayağında terlikleriyle vuruldu. 12 yaşında 13 kurşunla öldürüldü, babasıyla birlikte. 21 Kasım 2004’de Mardin, Kızıltepe’de işlenen cinayetle ilgili dört polise dava açıldı. Tutuklanmadıkları gibi ifade vermeye bile gitmediler. Gıyabi ifadelerinde, Uğur’un elinde silah olduğunu iddia ettiler. Uğur’da veya babasında silah olduğuna dair tek bir balistik raporu, görüntü, karşı ateş açıldığına dair kanıt yoktu. Hatta ortada silah bile yoktu. Ama polisin ifadesi mahkemeye yetti, sanıkların hepsi “meşru müdafaa” kararıyla beraat etti. AİHM’in aksi yöndeki kararı ciddiye alınmadı.

Ceylan Önkol: 28 Eylül 2009’da, Diyarbakır, Lice’nin Xambaz mezrasında koyun otlatırken öldürüldü. Görgü tanıkları mezranın yakınındaki jandarma taburundan atış yapıldığını anlattı. Askerler ise “Mayına basmış, ölmüş, bizimle ne alakası var!?” dedi. Adli Tıp uzmanları mayına basmadığını, kol ve bacaklarının sağlam olduğunu raporladı. Lice savcısı, bilim insanlarının raporlarına değil askerin ifadesine inandı. Dava açılmasına gerek görmedi. Olay AİHM’e taşınınca da dalga geçer gibi “zamanaşımı süresinin sonuna kadar faillerin aranmasına” karar verdi. “Arıyorlar” mı, bilmiyoruz.

Nihat Kazanhan: Uğur’la yaşıttı vurulduğunda. Görüntüleri çıktı olayın: Yaşıtlarıyla oyun oynuyorlardı, zırhlı araçtaki özel harekât polisi “Bana taş attılar” deyip uzun namlulu silahla çocukları taradı. Nihat öldü. Bir polis “Ben yaptım” diye ifade verince tutuklandı. Tutuklanınca ifadesini değiştirdi, “Kimse tutuklanmaz, kimsenin başına bir şey gelmez diye üstlendim. Aslında ben yapmadım, şu yaptı” dedi. Anlattığına göre olay yerindeki deliller amirlerinin de gözetiminde toplanıp gömülmüş, “Nasılsa kimse umursamaz” denmiş. Haksızlar mı?

İHD’ye göre, 1988-2013 arası asker ve polis 533 çocuğu öldürdü. Sayı katlanarak artıyor. Bunca çocuk tabutu hiçbir şey değiştirmeyecek mi?