Google Play Store
App Store

AKP’nin radikal biçimde geliştirdiği iki temel politika köklü bir değişimi gerektiriyor. Bu değişimin özü piyasacılığın yerine kamuculuğu, siyasal İslam’ın yerine gerçek bir laikliği yaşama geçirecek yeni bir kurucu siyasettir

"Çocuklarımızı öldüren; piyasacılıkla  iç içe geçen siyasal İslamcı anlayıştır"

ECE ZEREYCAN @ecezereycan

Adana Aladağ'da Süleymancılar tarikatına ait yurtta 10'u öğrenci, 1'i çocuk, 1'i eğitmen 12 kişinin yaşamını yitirdiği yangın faciası gözleri yeniden tarikat-cemaat örgütlenmelerine çevirdi. Devletin yükümlülüklerini yerine getirmeyerek yoksul çocukları tarikatlar karşısında seçeneksiz bırakması bir kez daha "sosyal devlet" olgusunu gündeme getirirken, tarikatların iktidarın da "teşviki"yle bu boşlukları hızla doldurarak serpilmesi beraberinde bir çok tehlikeyi getiriyor. ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, tarikat örgütlenmelerini, sosyal devletin gerekliliklerini ve toplumsal muhalefet olarak yapılması gerekenleri anlattı.

» Halkın, çocuklarını yoksulluktan, çaresizlikten, ücretsiz diye tarikat yurtlarına göndermek zorunda kaldığı bu sistem ve sosyal devlet arasındaki uçuruma nasıl geldik?
Evet yoksul bırakılmış insanlarımızın çocukları tarikat-cemaat yurtlarına mahkum hale getirildi. Aladağ’da çocuklarımızı öldüren, piyasacılıkla iç içe geçirilmiş siyasal İslamcı anlayıştır. Buraya nasıl geldik sorusunun yanıtını 12 Eylül’den başlayarak verebiliriz. 14 yıllık AKP iktidarı, 12 Eylül’de başlatılan süreci radikal biçimde ileriye taşıdı. Bu doğrultuda eğitim alanında denetim tedrici olarak tarikat-cemaatlere ve AKP’ye bağlı vakıflara devredildi. Sosyal devletin ortadan kaldırıldığı bu dönemde yoksullaştırılmış insanlarımızın çocukları tarikat-cemaat okullarına, yurtlarına yönlendirildi, adeta mecbur bırakıldı. Aladağ’daki cinayet tüm bu sürecin acı ve çarpıcı bir fotoğrafını sunuyor.

» Çocuklar, tarikat yurtlarında ‘etüt’ adı altında dini eğitim gördüklerini, Kuran okuyamadıkları zaman dayak yediklerini, bu zorlu eğitim nedeniyle ancak gece 12-1’de yatabildiklerini anlattı. 1 tane devlet yurdunun olmadığı yerde birden çok tarikat yurdu var. Böyle bir ortama maruz kalan yarının gençleri nasıl bir gelecek inşa edecek?
Böyle bir sistem tam da kendi gövdesinin üzerinde aklını taşıyamayacak, sorgulamayacak, itaat edecek, “kindar ve dindar bir nesil” yetiştirmek için var.

Siyasal İslamın hedeflediği insan sorgulayan, değiştirme-dönüştürme potansiyeli gelişmiş insanlara dayanma değildir. Şükürcü, tevekkülcü, itaatkar insanlardan oluşmuş bir toplum siyasal İslamın geleceği için elzemdir. Gülen Cemaati hakkında bugün daha belirginleşen tabloya baktığımızda, insanların nasıl düşünme yeteneğini kaybetmiş, emir-komuta zincirinde hareket ettiği anlaşılıyor. Tarikat-cemaatlerle birlikte AKP’nin siyasal İslam anlayışında belirlenen eğitim sistemi böyle bireyler ve toplum inşa etmenin araçları olarak görülüyor. İfade ettiğiniz bir sistem içinde yetişen çocukların ve gençlerin kendi hayatları üzerinde bir denetim kurabilmesi dahi mümkün değildir. İstedikleri şey tam da budur, kula kulluğu geliştirmektir.

cocuklarimizi-olduren-piyasacilikla-ic-ice-gecen-siyasal-islamci-anlayistir-217736-1.

» Pek çok yerde olduğu gibi o köyde de okul, hastane, yol yok… Sıklıkla elektik ve iletişim kesiliyor. Bu koşullar, köylülerin acil durumlarda hayatta kalma savaşı vermelerini gerektiriyor. İnsanın aklına kamu harcamalarındaki israf ve sarayın aylık masrafı geliyor… Bu adaletsizlik nasıl tamir edilir?
Bir kere bu anlayışla düzelmeyeceği kesin. Kamusal alanın AKP eliyle nasıl tahrip edildiği ortada. AKP’nin radikal biçimde geliştirdiği iki temel politika köklü bir değişimi gerektiriyor. Bu değişimin özü piyasacılığın yerine kamuculuğu, siyasal İslamın yerine gerçek bir laikliği yaşama geçirecek yeni bir kurucu siyasettir. Devlet, bugün sosyal ve kamusal niteliğini tümüyle kaybetti. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetleri özelleştirildi. Bu durum zaten toplumda kapitalizmin sonucunda var olan sosyal eşitsizliği ve adaletsizliği daha da büyüttü. Yoksulun daha da yoksullaştığı zenginin daha da zenginleştiği bir düzen inşa etti. Bu aynı zamanda siyasal İslamcı hegemonyanın gelişmesine ve yoksul insanları sadakaya muhtaç hale getirme yöntemi olarak kullanıyor. Böyle bir toplumda insanların kendi iradelerini ortaya koyabilmeleri imkansız hale gelmektedir. Devletin eşitlikçi, özgürlükçü, laik ve kamucu bir temelde yeniden örgütlendirilmesinden başka bir seçenek yoktur.

» Devletin hizmet ulaştırmadığı yerlerde tarikatlerin çalışma sahaları daha aktif. O halde burda ‘asıl suçlu/sorumlu kim?’ sorusu önem kazanıyor. ‘Sorumlular hesap verecek’ deniyor ama kastedilen kim/kimler olmalı?
Burada sorumluyu kişilerden aramak gerekir. Elbette öncelikle, böyle bir yerin yurt olarak açılmasına müsade edenler, denetlemeyenler, böyle bir yeri yurt olarak işletenler hesap vermelidir. Ancak bununla da yetinilmemeli, bu özelleştirmeci siyasal İslamcı zihniyetle hesaplaşılmalıdır. Bunun ötesinde de sol açısından da bir başka noktanın altını çizmek gerekir. Toplumu, yoksul bırakılmış insanlarımızı bu tarikat-cemaatlerin insafına bırakmamalıyız. Bu noktada solun paylaşımcı kültürünü ve buradan beslenen dayanışmacı mekanizmalarını kurmak da bizim sorumluluğumuzdadır.

» Adana müftüsü bu katliamı ‘kadere’ bağlayan ve tarikat yurdunu normalleştiren bir konuşma yaptı ve cenaze töreninin ardından protokol polis helikopteriyle, köylüleri dinlemeden, adeta ‘kaçtı’. Kader, fıtrat… Her katliamda sorumluların ceza, yetkililerin önlem almasını beklerken bu sözleri mi duyacağız?
Artık bu sözleri duymak istemiyoruz. Kimsenin bu sözleri söylemeye cesaret edemeyeceği bir kültürel iklimi oluşturmamız gerekiyor. Milyonlarca insan bu iktidardan bunaldı. Herkes ne olacak bu memleketin hali diyor. AKP-Cemaat yıllardır halkın dini inançlarını sömürerek ‘huzur İslamda’ dediler ama ülkede huzur bırakmadılar. Kimse huzurlu ve mutlu değil. AKP bu ülkenin kaderiymiş gibi bir kabullenme var. İnsanlar bu nedenle bireysel kurtuluş arayışları içerisinde. Bu durum karşısında, bu tepkileri, bu umutsuzluğu, bu mutsuzluğu, bu ortaya çıkan öfkeyi kolektif kurtuluş arayışlarına dönüştürmeliyiz.

» 8 yıl önce de Konya’da benzer şekilde çocuklar canlarından oldu ama davalar hala sonuçlanmadı, sorumlular ceza almadı. Bu kez sorumlulardan hukuk önünde hesap sorulabilecek mi?
Hukukun durumu ortada. Hukuk AKP’nin hukuku, zenginin hukuku, sermayenin hukuku. O yüzden mevcut hukuk anlayışına hapsedilerek bu tür cinayetlerin hesabının sorulması mümkün olmuyor. Bu hesapların sorulabilmesi ancak toplumsal muhalefetin, halkın örgütlü mücadelesine bağlı.

» Toplum adalet istiyor ama OHAL uygulamalarıyla hukuk sistemi iyice tıkanmış görünüyor. Sosyal devletten bahsetmenin mümkün olmadığı bu ortamda, yönetenlerin ana gündem maddesinin hala başkanlık ve yeni anayasa olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başkanlık, ülkenin ve halkın ihtiyacı değil. Erdoğan’ın ihtiyacı olarak dayatılıyor. AKP-Saray rejimi ülkeyi uzun zamandır yönetemiyor. Bunu aşabilmek için OHAL ile birlikte fiili bir sivil darbe ile ayakta kalmaya çalışıyor. Ancak, bu olağanüstü baskı rejimi ile krizi aşabilmesi, bir istikrar sağlayabilmesi mümkün olmuyor. Başkanlık, bu noktada fiili durumu kurumsallaştırarak, İslamcı faşizmi kalıcılaştırmaya yönelik yeni bir hamle olarak gündeme geliyor. Fiili durum Erdoğan’ın anayasayı ilga eden fiili yetki kullanımı ile sınırlı değil. Devletin içsel bütünlüğü dağıldı. Kurumsal yapısı ve işleyişi ortadan kaldırıldı. Yasama-Yürütme-Yargı diye ifade edilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin bütünüyle ortadan kaldırıldığı bir durum söz konusu. Her şey Saray’a ve Erdoğan’a sıkıştırıldı. AKP de bir Parti olmaktan çıktı. Başkanlık bu fiili durumu kurumsallaştırma çabasıdır. Sivil bir diktatörlüktür.

» Getirmek istedikleri sistemle ilgili sağlıklı bir tartışma ortamı yok, konuyla ilgili ısrarcı bir dayatma var sadece. Bu hafta gündemimize gelecek referandumda halk tam olarak ‘neyi’ oylayacağını bilecek mi?
‘Başkanlık olmazsa bölünürüz, başkanlık olmazsa istikrarsızlaşırız’ gibi laflardan geçilmiyor. OHAL altında herkesin sesini de kısarak, bir oldu bittiyle Başkanlığa, Erdoğan’a onay arıyorlar. Bu sessizleştirme çabalarını aşacak şekilde gerçekleri halkla buluşturacak bir çalışmaya ihtiyaç var. Başkanlık arzusu ülkenin krizinin kaynağıdır. Başkanlık için ülkeyi fiilen böldüler. Ekonominin durumu ortada. Halk artık ayın sonuna getiremiyor. Artık bu ülkenin huzura, mutluluğa ihtiyacı var. Bunun yolu Başkanlık rejiminin engellenmesinden geçiyor.

***

cocuklarimizi-olduren-piyasacilikla-ic-ice-gecen-siyasal-islamci-anlayistir-217737-1.

MUHALEFETİN ACİL GÖREVLERİ

» Kriz üstüne kriz yaşadığımız bu kaos ortamını aşmamız için çözüm yolları aranıyor. Tüm bunlar yaşanırken topluma ve muhalefete neler düşüyor sizce?
Siyasal İslamla ülkenin bir geleceği yok. İktidar ortaklıklarını yıllardır askeri vesayete, darbelere karşı demokrasi mücadelesi hikayesine dayandıran İslamcı hareketin iki kolunun gelinen noktada darbeci olduğu görüldü. Biri askeri biri sivil darbeci. Bu manada anlatacakları bir hikaye de artık kalmadı. AKP rejimi yolun sonuna geldi ama bu rejimin karşısında inandırıcı bir siyasal seçenek henüz geliştirilemedi. Bu konuda halkın siyaset arayışına yanıt verecek bir kurucu, birleşik bir muhalefet hareketine ihtiyaç var. Direnme potansiyelini ülkeyi eşitliklikçi, özgürlükçü, laik, bağımsızlıkçı ve kardeşlik temelinde yeniden kurma programıyla birleştirecek Haziran Hareketi bu noktada çok önemli bir dinamik. Haziran’ın, Gezi’de sokağa çıkan milyonların bugün süren arayışına yanıt vermek için, meclisler temelinde daha örgütlü hale gelmesine ihtiyaç var. Bir yandan da ülkenin makro sorunlarına makro yanıtlar verecek, çözümler geliştirecek şekilde bir politik faaliyetin güçlendirilmesi gerekiyor.

Herkesin tek bir çatı altında toplanması gerekmiyor, bu mümkün değil, doğru da değil. Bugün farklı çalışma ve muhalefet dinamiklerinin kolektif hareketini-ilişkilenmesini sağlayan yaklaşımlara ihtiyaç var.
Sol birbiriyle dayanışmacı ilişikler geliştirirken öte yandan özellikle AKP’nin etkilediği halk kesimlerine doğru konuşabilmeli, onlarla içsel ilişki zeminleri geliştirmeyi önüne koymalıdır.