İnsanı diğer tüm türlerden üstün görenlerin dünyasının ne kadar içler acısı olduğuna hep birlikte tanıklık ediyoruz; belki çocuklarımız evrimsel biyolojinin mütevazılaştırıcı gerçeklerini öğrenirse, torunlarımız için daha güzel bir gelecek inşa edebilirler

Çocuklarınıza evrimi nasıl anlatırsınız?

Dr. Çağrı Mert Bakırcı

Geçtiğimiz haftalarda NASA Jet İtki Laboratuvarı’ndan sevgili Dr. Umut Yıldız bana ulaştı, kızıyla çektiği minik bir videoyu gösterdi. Kızı Duru, kendisine son derece sevimli bir yarı-İngilizce yarı-Türkçe ile şunu soruyordu: “İlk insan nereden geldi? Yani senin annenin annesinin annesinin... Bir ilk anne olmalı!” Aslında o, bir noktada “Siz nereden geldiniz?” diye de sorup, kendisini insanlığın kalanından soyutlayarak soruyu daha da tatlı kılmıştı ama, o detayları videoda bulabilirsiniz.


Umut’un sorunu, bana bugüne kadar bu konuda ulaşan yüzlerce ebeveyninkiyle aynıydı: Çocuklarımız temel mantıklama yoluyla hatalı bir sonuca ulaşırsa, onlara evrimsel biyoloji gibi karmaşık olan cevapları nasıl verebiliriz?

Birçok aile, bu gibi durumlarda dini anlatılara başvurarak kolaya kaçıyor. Birçoğu işin aslını bilmediğinden veya gerçekten ilk insana dair mitolojilerin gerçek olduğuna inandığından bunu yapıyor. Ancak bilimden anlayan ebeveynler, “ilk insan” (veya “ilk kedi” veya “ilk çam ağacı”) diye bir canlı olmadığını, türler arasındaki geçişin süreğen, yani kesintisiz olduğunu biliyorlar.

Evrim tarihinde hiçbir türün “ilk”inden söz edemiyoruz; her biri, daha önceki atalardan geliyor. Kaldı ki, canlılığın en başında bulunan koaservat adını verdiğimiz bakteri-benzeri varlıklar da “cansız” moleküllerin çeşitli kimyasal kombinasyonlarla bir araya gelmesiyle oluştular. Yani sadece türler arasında değil, cansızlık ile canlılık arasında da kesintisiz bir geçiş, bir süreç var. Ama çocuklara tüm bu karmaşık kavramları nasıl anlatırsınız?

Zaman ayırmak gerekir

İlk olarak şunu söyleyeyim: İki iş arasında veya 1-2 kelimeyle bunu yapamazsınız. Kültürel anlatıların aksine, bilimsel gerçekler uzun, detaylı ve anlatması zaman alan konulardır. Zaten bilimi diğer bilgi türlerinden ayıran, gerçeğe daha fazla yakınlaşmasını sağlayan, her şeye aynı, sabit cevabı vermiyor oluşudur. Bilim, var oluşun dinamiklerini çözmemizi sağlayan araçtır. Dolayısıyla çocuklarınıza bu üst düzey konuları anlatırken zaman ayırmanız, onlarla konuşmanız, sorularına cevap vermeniz gerekiyor. Üstünkörü yapacaksanız, hiç yapmayın ve “Bilmiyorum.” deyin daha iyi. Çünkü bilmemek ayıp değil.

Yalan söylemek ayıp.

İkinci olarak, konuyu kendinizin iyi bir şekilde anladığınızdan emin olmanız gerekiyor. Bu kolay değil; ancak şu meşhur lafı unutmayın: “Bir konuyu 6 yaşındaki bir çocuğa (veya anneannenize) anlatamıyorsanız, o konuyu anlamamışsınızdır.” Doğrusu bu, her durumda geçerli değil; çünkü bazı kavramlar, o konuyla ilgili daha temel diğer konuları anlamadan anlaşılamayacak kadar üst düzey olabiliyor. Ancak evrim, bunlardan birisi değil. En azından temel düzeydeki kavramları bir çocuğa anlatmak o kadar zor değil.

Bunu birçok farklı şekilde yapabilirsiniz; ancak Duru’ya özel olarak hazırladığımız cevapta konuya, nesiller boyu biriken fiziksel farklılıklardan girmeyi seçtik. Küçük değişimlerin uzun vadede büyük farklara yol açacağını anlamak (yani mikroevrimin makroevrimi doğurmak zorunda olduğunu kavramak), evrimle ilgili kazanılması gereken en temel sağduyulardan birisi ve bunu ne kadar erken kazanırsanız, evrimi de o kadar kolay anlar ve anlatırsınız.
Örneğin Dünya’nın en derin ve en büyük kanyonlarından biri olan Büyük Kanyon, üzerinden akan ve kanyona göre oldukça “cılız” kalan Colorado Nehri sayesinde, milyonlarca yılda yaratılmıştır. Nehrin dibini incelerseniz, her yıl sadece birkaç milimetre (ortalamada 0.3 milimetre) aşındığını görürsünüz. Bu aşınmaya bakarak baş döndürücü büyüklükte bir kanyonun nasıl var olduğunu anlamak zordur; ancak o ufacık aşınmalar, milyonlarca yılda (yaklaşık 6 milyon yılda) 1.8 kilometre derinliğinde ve muhteşem ihtişamda bir kanyon yaratabilmektedir.

Ebeveynler ile yavrular arasındaki fark da böyledir. Her yavru, ebeveynlerinden bir miktar farklılıkla (ortalamada 30-60 nükleotitte meydana gelmiş mutasyonlar ile) doğarlar. 1 nesilde biriken fark çok azdır; ancak zaman içinde bu fark, o genlerin yarattığı ufak değişimlerin çevre şartlarıyla etkileşmesi sonucunda çeşitli şekillerde ve yönlerde birikir. Bu şekilde yüz binlerce nesil (veya milyonlarca yıl) geçtiğinde, torunlar atalardan çok ama çok farklı gözükecektir. Hatta sadece farklı görünmekle kalmayacaktır, apayrı türler olacaklardır. Çünkü birkaç nesilde saç rengi, boy uzunluğu, vb. özelliklerde meydana gelen değişimler “tür içi değişimler” (mikroevrim) olarak görülebilir; ancak on binlerce nesilde meydana gelen uzuvların vücuda oranı, beyin büyüklüğü, kemik derişimi ve sayısı, kuyruk gibi eklentilerin varlığı/yokluğu, sperm/yumurta özellikleri, kromozom sayıları gibi özelliklerde meydana gelen büyük değişimler (makroevrim), canlıları ayrı türlere ayırmamızı mümkün kılacak kadar büyük değişimlerdir.

İşte bu nedenle “İlk insan asla var olmadı.” deriz; çünkü hiçbir zaman bir Homo heidelbergensis (yaşamış en yakın kuzenimiz olan Neandertaller ile ortak atamız, “Heidelberg İnsanı”), bir Homo sapiens’e (“modern insana”) gebe kalmamıştır. Bu tür tanımları, bizim sonradan, geriye dönük yaptığımız kategorizasyonlardır. Türler, kendi doğal süreçleri içerisinde, her nesilde meydana gelen ufacık farkların milyonlarca yıl boyu birikmesiyle evrimleşirler. Hiçbir tür, bir diğerinden keskin sınırlarla ayrılmaz. İnsan da dahil her tür, diğer türlerle çeşitli derecelerde akrabadır ve insan da dahil her tür, diğer türlerle ortak ataları paylaşır.

Daha iyi bir gelecek

Bunu anlamak ve çocuklarınıza anlatmak, evrimin tam bir portresini veremez; ancak en azından insanın ve dolayısıyla kendisinin doğadaki yerini daha iyi ve daha doğru bir şekilde anlaması mümkün olacaktır. Diğer tüm türlerden üstün görenlerin dünyasının ne kadar içler acısı olduğuna hep birlikte tanıklık ediyoruz; belki çocuklarımız evrimsel biyolojinin mütevazılaştırıcı gerçeklerini öğrenirse, torunlarımız için daha güzel bir gelecek inşa edebilirler.
Bu temeli onlara kazandırdıktan sonra, mutasyonların veya kromozomal çaprazlanmaların tür içi çeşitliliğe nasıl katkı sağladığı, farklı seçilim mekanizmalarının bu çeşitliliği nasıl seçip elediği gibi daha teknik detayları da anlatabilirsiniz. Bunlarla ilgili tüyoları da önümüzdeki haftalarda vereceğim, gözünüz bu satırlarda olsun.


Duru’ya yazdığımız cevap ona yetti mi, faydalı oldu mu bilemiyorum, umarım olmuştur. Fakat çocuklara, sırf çocuk oldukları için ve kolay olduğu yalan söylenmemesi gerektiğine inanıyorum (ki bir bilim insanı olan babasıyla da bu konuda hemfikiriz). Masallar, masal kitaplarına özgü kalmalı; gerçek dünyanın gerçek sorularına ise gerçek cevaplar verilmeli. Hayal gücünü tetikleyen anlatımlar bir çocuğun gelişimi için çok önemli, bunu kimse görmezden gelemez. Ancak belki bundan daha da önemlisi, bir çocuğun yalan ile doğruyu, masal ile gerçeği, bilimdışı ile bilimi ayırt edebilecek şekilde donatılması… Çünkü “ne” düşünmesi değil, “nasıl” düşünmesi gerektiği öğretilen bir çocuğu hiçbir otorite durduramaz.