ABD’de milyonlarca çocuk okullar kapandığında evlerinde sıcak yemek pişmediği ya da pişirilemediği için yaz boyu sıcak yemek yemiyor. Yoksul ülkelerdeki açlık ve kötü beslenmeye...

ABD’de milyonlarca çocuk okullar kapandığında evlerinde sıcak yemek pişmediği ya da pişirilemediği için yaz boyu sıcak yemek yemiyor. Yoksul ülkelerdeki açlık ve kötü beslenmeye ilişin sorunlar ölüm ve hastalıkları ‘besliyor’. Çocuğumuzun az ya da çok yediği üzerine düşüncelerimiz bu bilgllerden etkilenmiyor. En yoksulumuzdan en varlıklımıza hepimizin ne yeneceği kadar çocuklarımıza neyi nasıl yedireceğimize ilişkin kaygı ve kafa karışıklıkları bir yandan devam ediyor. Siyasi gündemde yer alan açlık grevlerine baktığımızda ise, siyasi anlamının yanısıra, yemek ve yememek ikileminin hayatımızda bir çok derin anlam ve etki taşıyabileceğini görebiliyoruz. Ergenlerin bireysel ve psikolojik kökenli açlık (kendilerini aç bırakma) temelli rahatsızlıklarının, yeme alışkanlıklarındaki aşırılıklarla ilgili problemlerin, bu durumların bedenlerinde ve yaşamlarında yol açtığı altüst oluşları ayrıca bir yazıda ele almalıyım. Bu yazının gerisinde (yolculukta ancak bı kadarına fırsat bulabildiğim için) 2008’de bir beslenme dergisi için Neşe Erberk’İn sorularına verdiğim yanıtlardan bazılarını sizinle paylaşacağım.

Beslenmeyi tanımlar mısınız?

Beslenme söz konusu olduğunda, ailelerin ve doktorların en çok üzerinde durduğu, yediklerimizin içeriği ve niteliği. Evet bu çok önemli; ama beslenme açısından, yediklerimiz kadar belirleyici olan bir diğer unsur da, nasıl ve ne şekilde yediğimiz. 'Beslenme düzeni',  bebeğin -büyüdüğünde de çocuğun- belli aralıklarla ve belli miktarlarda gıda alarak, beslenme alışkanlığını kazanması olarak tanımlanabilir. Bu, beslenme alışkanlığının ilk basamağıdır. Bütün bir yaşam sürecini göz önüne aldığımızda, insanların yeme ile ilgili şikayetlerinin, yediklerinin ne olduğundan belki daha da fazla, bunları hangi düzende ve hangi aralıkta yediklerine bağlı olduğunu görürüz. Bu nedenle emzirmeyle birlikte başlayan beslenme düzeninde yer alan, 'hangi aralıklarla, ne kadar yendiği, ana öğünler dışında küçük ara öğünlerin olup olmadığı, ana öğünlerin birbirinden uzaklığı ...' gibi pek çok faktörün yeme davranışının oluşmasında büyük önem taşıdığını düşünüyorum. İşte bu nedenle beslenme düzeninin yerleşmesinde ‘zamanlama’ çok önemlidir.

Beslenme düzeninin oluşumunda büyük önem taşıyan 'zamanlama' kavramını biraz daha açar mısınız?

Söz konusu zamanlama olduğunda, önemli noktalardan biri, acıktıkça yemek. Acıktıkça yemenin 'midemizin sesini dinlemek ' gibi romantik bir çağrışımı olabilir ama midemizin sesi aslında bizim terbiye ettiğimiz bir ses. Her bireyin beslenme ihtiyacı ve beslenme zaman aralıkları farklı olabilir.

Peki ya söz konusu anne-çocuk ilişkisi olduğunda?

İyi bir anne-çocuk ilişkisinin oluşabilmesi için, annenin ve çocuğun birbirlerini tanımalarına fırsat verecek kadar birlikte vakit geçirmeleri çok önemli. Beslenme söz konusu olduğunda da, annenin bebeğinin acıkma aralıklarını bilmesi, bebek acıktığı anda besini bulabilmesi, acıkmadığı anda da besin vermemeye dikkat etmesi gerekiyor. Diyelim ki bebek beslendi ve bebeğin beslendikten 2 saat sonra acıktığını bildiğimiz halde, onu 1.5 saat sonra besliyorsak o an bir zarar doğmayabilir. Fakat bu düzensizlik tekrarlandığında, bebeğin, besin öncesinde salgılanan ve besin beklentisi yaratan, iştahla ilgili hormonları şaşırmaya başlar. Bazen 1.5, bazen de 3 saat aralıklarla, oldukça farklı düzenler içinde beslenen çocuk, henüz davranışlarının bir çoğunun nedenini tam olarak bilmemektedir. Bu düzensizlik içinde, beyinden başlayıp pankreasa ve böbrek üzerine uzanan, yemekle ilgili hormonları salgılayan eksende de düzensizlik olur. Beklentinin etkisiyle yemek yeme havasına giren çocuk, 2 gün önce 3 saatte bir acıkırken, 3 ay sonra 1.5 saatte bir acıkmaya başlar veya en ufak bir açlık duygusu hissettiğinde, feryadı basar. Aynı şey bebeği büyüttüğünüzde de yaşanabilir. Örneğin, çocuk 4 yaşına geldiğinde, akşam yemeğini düzenli olarak saat 7’de yemeyip, ne zaman yemek yiyeceği belli olmayan bir durumda olabilir. Yemek bulduğunda sofraya oturan çocuğun beyni de, yanlış algılamalar dolayısıyla, vücut ekseninde salgılanan hormonların kafasını karıştırır. Bu da, çocuğu sürekli bir yemek beklentisi içine sokar. Birçok anne-baba, çocuklarının devamlı abur-cubur yeme, bir şeyler atıştırma alışkanlıklarından şikayet eder. Aslında bütün bunların kökeninde, çocuklarının eski düzensiz beslenme alışkanlıklarını bulabilirler.

 Düzensiz beslenme gelecekte bir çocuğun ne tür problemler yaşamasına neden olabilir?

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var: Beslenmenin düzenli başlaması, düzenli devamını garantiler. Bu, gelecek için çok önemli. Anne sütü veya mama verdiğiniz bebeğinizi düzensiz beslerseniz, beslenme kalitesi açısından büyük bir sorun yaşamayabilirsiniz. Alışkanlıklar beyinde yerleştiği, belli kimyasalların ve hormonların belli saatlerde salınmasına neden olduğu için, doğumundan itibaren düzenli olarak beslenen bir çocuğun, gelecekte beslenme sorunlarıyla karşılaşma ihtimali, diğerlerine göre çok daha düşüktür. Ama alışkanlıklarımızı terbiye etme şansımızın olduğu bir dönemde gerekli düzenlemeleri yapmadığımızda, her şey daha da zorlaşıyor. Anne-babalar olarak, bizler de pek düzenli yiyip içmiyoruz. Düzensiz beslenme nedenlerinden biri, ailenin belli bir sofra düzeninin olmaması. Çok geleneksel bir söylemde bulunmak istemem ama, ailelerin belli bir sofra düzenine sahip olması, beslenme alışkanlıklarının hem psikolojik kısmı, hem de beslenmenin içeriği açısından önem taşıyor.

Sofrada ailece yemek yemenin diğer psikolojik etkilerinden de söz eder misiniz?

Aile bireylerinin sofrada beraberce ve belli bir ahenk içinde oturması, anne-baba ve çocuğun birlikte vakit geçirmesi açısından çok önemli. Tabiata da baktığınızda benzer şeyleri görüyorsunuz. Aslan da yemeğini yavrularıyla birlikte yiyor. Doğada bazen babaların ayrı yediklerini görürsünüz. Ülkemizde de bu zaman zaman gerçekleşebiliyor. Oysa derginizin kapağında gördüğüm, 'Babalar da okuyabilir' notu çok önemli bir cümle. Çocuklar açısından babanın sofrada olmaması maalesef alışılan bir şey. Dolayısıyla ailece sofrada olmamanın, tek başına, dünyanın en büyük psikolojik sakıncası olduğunu düşünmüyorum ama ben sofra saatini kaçırmıyorum. Babanın sofrada bulunmamasının, kendisi açısından psikolojik bir eksiklik yarattığını düşünüyorum. Yani, ailece oturup yemek yemek, özel bir ayrıcalık. Herkes herkesle yemeğe çıkmaz, çünkü yemek değerli bir zamandır ve yemek yeme, hayatla temel ilişki alanlarımızdan biridir…

 Birini ancak yemekte ya da tatilde tanırsınız derler…

Bu çok doğru çünkü yemek sofrası paylaşımı simgeler. Ayrıca, sadece yemekle meşgul olduğunuz saat, yaşamsal bir zaman dilimidir. Çünkü hayatta kalmak için yemek yiyoruz. Aile birlikte televizyon seyreder ama birlikte yemek yemezse olmaz; televizyon seyretmezsek ölmeyiz ama yemezsek ölürüz. Yaşamsal bir olguyu ailece paylaşmak, yani sofraya birlikte oturmak, önemli. Artık, öğle yemeklerini paylaşan kişilerin kaldığını pek sanmıyorum.

O saatte çocuklar genelde okulda oluyor ve yemek saatini öğretmenleri ve diğer arkadaşlarıyla geçiriyorlar. Bu nedenle çocukların beslenme alışkanlıklarının oluşumunda okulların da önemli rolü var. Bazı okulların, yeme alışkanlığı kazandırma, lüzumsuz şeyler yedirmeme gibi konularda çok titizlendiğini biliyorum.

ailede, sofradaki davranışlarımızla, bazı sofra alışkanlıklarını çocuklarımıza aşılamaya çalışıyoruz. Bu doğru mu?

Bence hiçbir mahsuru yok. Fakat bazı çocuklar bu tür davranışları hemen algılayamayabilir ya da algılamakta zorlanabilir. Bu tamamen ailenin değer verdiği kavramlarla ilgili. Örneğin, 'Yemekten önce dua edilir mi edilmez mi?' Aileye göre değişir... Ailenin temel değerlerinin kuşaktan kuşağa aktarıldığı yerlerden bir tanesi de, sofra. Kişinin sofrada nasıl hareket ettiği, o kişinin aldığı genel terbiyeyle ilgili birçok ipucu verebilir. Tabii, hayattaki kazanımlarımız açısından hepimiz aynı koşullara ve şansa sahip değiliz ama doğduğumuz andan itibaren sahip olduğumuz alışkanlıklarımızı değiştirme şansı bize tanınıyor. Çocuklarımızı da inandığımız değerler yönünde yetiştirmekle yükümlüyüz. Sofra adabı, sofrada uygun malzemeyi düzgün bir şekilde kullanmak, sofranın genel düzenini korumak, ailenin önem verdiği kavramlar ise, çocuk da büyüyünce bunu kendi evladına aktarır. Bir başka ailenin et yememek üzerine kurulu bir kültürü varsa, bunu çocuklarına net bir şekilde aşılamak isteyebilir. Fakat sonrasında çocuklar kendi çizgilerini de oluşturabilirler. Sizinkiler yarın öbür gün tahta kaşıkla ya da elleriyle yemeği tercih ederlerse şaşırmayın. Böyle bir durum ancak, çocuklarınıza karşı toleranssız olduğunuz durumlarda söz konusu olabilir. Mesela bıçağı sağ,  çatalı sol elle tuttuğu için çocuğunuzu sofradan atıyor, yani onu sofranın temel amacından mahrum ediyorsanız, o zaman farklı tepkilerle karşılaşabilirsiniz. Oysa sofrada öncelikli amaç, beslenme… Uygun nezaket kuralları çerçevesinde beslenmek ise, ikincil amaç.

Yemeği sevmeyen bir çocuğa karşı nasıl davranmak daha doğru olur? Bu konuda anne-babaların en büyük yanlışının ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Yemek seven bir ailenin yemek sevmeyen bir çocuğu olduğunda aile üyelerinin ilk tepkisi 'Nasıl olur!' diye sormak oluyor. Aile, ailece yemek yemeyi, yeme ve içmeyi, şık yemeği, kaliteli sayılan şeyleri yemeyi önemsiyor ama çocuk buna aykırı davranıyorsa, o zaman aile üyelerinde iki tür tepki oluşuyor: İlki, eğer çocuk sizin özene bezene hazırladığınız yemeği yemek istemiyorsa, çabalarınızın önemsenmediğini hatta umursanmadığını düşünüyorsunuz. İkincisi, çocuğunuz evinize gelmiş bir misafir değil ve eviniz de lokanta olmadığı için, çocuğa, ne bulursa onu yemek durumunda olduğunu anlatmak istiyorsunuz. Fakat çocuklar söz konusu olduğunda bunu söylemek kolay, uygulamak zor! Öte yandan, 5 yaşından küçük çocukların, pişirdiğiniz yemek konusunda takdir hisleri içinde olmalarını beklemek de yanlış olur...

Peki çocuğun yemek yemesini sağlamak için ne tür yöntemlere başvurulabilir?

Böyle bir durumda her ailenin başvurduğu yöntem değişebilir. Ama çocuğun nefret ettiğini bildiğiniz, yediğinde neredeyse kusacak hale geldiğini düşündüğünüz yemeği, ısrarla ona sunmak , bu sefer bizim onun tercihlerini hiçe saydığımız anlamına gelebilir. O nedenle kesinlikle başvurulmaması gereken bir yöntemdir. Bu gibi durumlar söz konusu olduğunda, ailenin sofraya oturmadan önce hazırlıklı olması lazım. Örneğin, çocuğun nefret ettiği bir yemekten ziyade, iyi-kötü yiyebileceği ve yemesinde mahsur görmediğiniz bir yemek pişmiş olmalı. Çünkü yemek pişip sofraya geldikten sonra yememek, pek hoş görülecek bir davranış değil. Diğer yandan , menüyü oluştururken çocukların fikrini almak çok iyi bir metot. Eğer çocuklar, 'Anne bize her şeyi yap ama kereviz yedirme' derlerse, buna kulak vermek gerek. Israrla o çocuğa kereviz hazırlayıp sunuyorsanız, bu, bir kastınız var anlamına gelir. O zaman da size, 'Nedir bu çocuklarla alıp veremediğiniz?' derim. Ama, günlük olarak alınması gereken besin değerlerine yönelik olarak oluşturulmuş listelere bakarak, 'Bugün mutlaka bunlardan biri yenecek' derseniz, o zaman olur. Bu şekilde yaklaştığınızda çocuğunuz da size, 'Ben kereviz yemek istemiyorum ama enginar yiyebilirim' diyebilir. Günün menüsüne çocuğunuzla birlikte karar verdiğiniz halde, çocuk yine itiraz edebilir ve yemeyebilir. Ama bu sefer onu, ortak planınıza sadık kalmadığı için eleştirebilirsiniz. Böylece, yemek konusundaki zıtlaşma, plan konusundaki zıtlaşmaya dönüşür.

Yemeği tartışma konusu olmaktan çıkarmak bize ne gibi avantajlar sağlar?

Böylece durumu, çocuğun ödevini yapmamasından farklı bir hale getiriyoruz. Bu çok önemli; çünkü aynı zamanda, yemekle ilgili çekişmelerin gelecekteki bir yeme bozukluğuna dönmesini önleyecek faktörlerden bir tanesi. Bu şekilde hareket edildiği takdirde, çocuk yemekten değil, ancak annesinin planlarından nefret edebilir. Beslenme çok temel bir ihtiyaç olduğundan, bu yöntemle çocuk, annesiyle yemek gibi bir konuda didişmektense, daha uygarlığın getirdiği bir düzenleme konusunda çatışmış olur. Ödev çatışması insanı hasta etmez, ama yemek yeme çatışması ruhsal olarak hasta edebilir. O sebeple anne-babaların menü konusunda, tercihen hafta başında, olmuyorsa sabahtan, akşam menüsü ile ilgili bir hazırlık yapmalarını tavsiye ediyorum. Çocuk akşam yemeği sırasında, 'Ben bunu yemeyeceğim, bana pizza söyle' dediğinde, menüyü birlikte kararlaştırdığınız için, bu isteğini yerine getirmeme hakkına sahipsiniz demektir. Yemek inatlaşmasının bir diğer nedeni, seçenek olmaması. Örneğin, 'Aman tontonum aç kalmasın!' diyerek, yarım ekmek içine sucuk ve salam koyup tost yapan aileler var. Elbette ki, aklı başında olan her çocuk, kereviz çorbası veya lahana sarması yerine, tost yemeği tercih eder.

 

Günümüzde çok gündemde olan bir konu da yeme bozuklukları? Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Öncelikle, bu problemlerin çoğunun, ergenlikle birlikte başlayan problemler olduğunun altını çizmek gerek. Ama, daha küçük yaşlardaki çocukların da beslenme biçimleri ile ilgili sorunları var. Örneğin, bebeklerde ve küçük çocuklarda sıkça rastladığımız, yememe, yemeği reddetme vb. sorunlar var.