Savaşa tanık ol(may)an bir ülkenin insanları olarak, Coetzee’nin hikâyelerini tanıdık hikâyeler olarak okumamız mümkün ve bu anlamda Coetzee kendi tutsaklığımız üzerine düşünmek üzerine bizlere bir fırsat sunuyor

Coetzee ve barbarları beklerken

YUNUS YÜCEL

Yaşar Kemal her yazarın bir Çukurova’sı olduğunu söyler bir yerlerde. Coetzee’nin de Çukurova’sının Güney Afrika olduğunu ve Güney Afrika’da yıllarca uygulanan Apartheid Rejimi’nin ve yaşanan haksızlıkların/acıların Coetzee’nin hikâyelerinde yer ettiğini söyleyebiliriz. Yaşanan bu acıların ve şiddetin/savaşın aynı zamanda bir tanığı olan yazar, üstelik başkalarına ait bir acıyı ve işkencecinin kurbanını insan dışı kılmaya dönük çabasını nasıl anlatabilir? Coetzee “Into the Dark Chamber” (Karanlık Odaya Doğru) başlıklı makalesinde; yaşanan şiddetin/vahşetin yazar tarafından görmezden gelinmesine de bu vahşetin ve şiddetin temsil yoluyla yeniden üretilmesine de karşı çıkar. Coetzee’ye göre böyle bir ikilem bizzat devlet tarafından yazarın önüne konmuştur. Yazarın asıl mücadelesi bu ikilemi aşmaktır ve bu da ancak yazarın “ölümü ve işkenceyi kendi üslubuyla kaleme alması” ile mümkün kılınabilir.

Coetzee, “Barbarları Beklerken”de artık emekliliğini bekleyen imparatorluk taşrasında sulh hâkimi olarak görev yapan bir yargıcın hikâyesini anlatır. Sulh hâkiminin gözünden anlatılan hikâyede, imparatorluk ordusunun gelmesi ile başlayan tedirginliğe, savaş hâlinin yarattığı gerginliğe tanık oluruz. Gerginliğin kaynağı barbarlarla olan savaş değildir ki ortada bir savaş da yoktur; imparatorluk tarafından yaratılan barbarların tekinsiz olduğu imgesidir, barbarların her an saldırabileceğine dair yaratılan sanrıdır. Bu tekinsizlik barbarlara olan nefretin kaynağı olarak da kullanılır; ötekinin barbar oluşu, barbarlara uygulanan şiddete ses çıkaramamasının ve hatta işkence yapan haline dönüşebilmesinin de sebebidir aynı zamanda. Coetzee bunu yaparken işkence odasının içine girmez, işkenceye uğrayanın acılarını tarife kalkmaz -çünkü tam olarak tarif edemeyeceğini bilir- ve işkencecinin psikolojisine odaklanmaz, işkencecinin mantığını çözmeye kalkmaz; bir yandan çocuğunu severken diğer yandan önüne gelene her şeyi yapabilen işkencecinin tipolojisi ile ilgilenmez. Bu anlamda, ne işkenceciyi sanık sandalyesine oturtur ne de işkenceye maruz kalanı kurbanlaştırır. Coetzee, işkence odasının etrafında dolaşır, içeri girmeyi reddeder, tanıklığın getirdiği -bütün yaşanan vahşete tanık olmanın ve buna ses çıkarmamış olmanın getirdiği- suçlulukla ve utançla, bize işkence odasının kapısının önünde beklediğimizi hatırlatır. Şu sözler “Barbarları Beklerken”deki sulh hâkiminden: “Hava da, hava da iç çekişlerle doludur. Onlar asla kaybolmaz. Dikkatli, anlayışlı bir kulakla dinlerseniz onların ikinci dünyada sonsuza dek yankılandığını işitebilirsiniz.”



Coetzee egemen olanla ile tabi olan arasındaki ilişkinin şiddet yüklü kökenine inerken; bu ilişkideki tahakküm ilişkisini tabi olanlar üzerinden anlatmaz. Tam tersine, tabiiyet altında bulunanların sesi romanda duyulmaz, konuşturulmaz. Bu sessizlik, egemen ile bir suç ortaklığından öte bir anlam taşır; sessizliği kendi anlatısının kurucu bir unsuru olarak kullanır Coetzee. Bu sessizliği, bir suç, hepimizin tanık olduğu ve karşı çık(a)madığı bir suç olarak da okumak mümkün. Benzer bir üslubu “Michael K. Yaşamı ve Yaşadığı Dönem” kitabında görmek de mümkün. Romanda, Michael annesini savaş alanından uzaklaştırmaya çalışır polisler dinlemez onu, hastanede ise hastane çalışanları. Michael savaşın içinden bir oraya bir buraya sürüklenirken toplama kampına düşer, sonra da yakalanır ve ıslah evine konur. Michael’ın konuşması, polislere bir şeyler anlatması istenir ancak Michael yine sessizdir, polisler için bir anlamı olmayan sözler söyler. Michael yerine onu ıslahevinde tedavi etmeye çalışan doktor konuşur, Michael’ın hikâyesini yazmaya çalışır; ancak Michael “aklı havada bir budala” olduğu içindir ki söylediklerine güven duyulmaz. Michael da konuşmaz. Aynı şeyi Barbarları Beklerken romanında da görürüz; babası işkencede öldürülen ve kendisi kör edilen barbar kızı anlatmaz ne olduğunu, ne hissettiğini. Coetzee bu sessizliğin hikâyesini yazmaktadır aslında.

Coetzee’nin sessizlik anlatısında şiddetin ve savaşın hedefi olan insanların yaşadıklarını değersiz bulduğu için anlatmadığını söyleyemeyiz. Tam tersine Coetzee’nin sessizliği bu şekilde kullanışında anlatıya eşlik eden bir utanç duygusunun varlığından söz etmek mümkün. Coetzee bu şekilde insanı kurban konumundan çıkaran bir anlatıyı mümkün kılarken, okuyucu da şiddetin ağırlığından çıkarır; işkence ile başka bir şekilde yüzleşmeye çalışır. Onun etrafında dolanır, işkence odasının kapısında kalır, içeri girmeyi reddederek içerdeki karanlığı hayal etmeye çalışır. Coetzee “kana susamışların vatanperverliği”nin hüküm sürdüğü bu dünyada hepimizin, bir öfkesi olmayanların, masumların bile nasıl birer suç ortağına dönüştüğünü gösterir. “Barbarları Beklerken” de Albay Joll barbarlara zor yoluyla hükmetmeye çalışırken-onları öldürerek, işkence yaparak-, savaşa karşı çıkan sulh hâkimi barbar bedenini cinsellik ile ele geçirmeye çalışır. Coetzee bu iki karakterle öteki olanın hep egemen için ele geçirilmek istenen olduğunu gösterir bizlere. Şu sözleri “Barbarları Beklerken” romanında sulh hâkimine söyletir: “Ben imparatorluğun rahat zamanlarda kendisine söylediği yalandım, o ise İmparatorluğun sert rüzgarlar estiğinde söylediği yalandı” ama hâkim aynı zamanda İmparatorluğun tek düşüncesinin “devrini nasıl uzatacağı” olduğunun farkındadır ve İmparatorluğun hiç kimseye acımadığını zamanla öğrenir.
Coetzee’nin romanlarında savaş vardır, ama savaşın kendisi hikâye edilmez; savaşın yarattığı bekleyişin nasıl bir tutsaklığa yol açtığını gösterir. Şu sözler “Michael K.” romanında Michael’ı tedavi etmeye çalışan doktora ait: “Bir bekleyiş içinde bir günden öbürüne yaşamı devrederek yaşadığımın, bu savaşa bir tutsak gibi teslim olduğumun bilincine vardım”. Savaşa tanık ol(may)an bir ülkenin insanları olarak, Coetzee’nin hikâyelerinin tanıdık hikâyeler olarak okumamız mümkün ve bu anlamda Coetzee kendi tutsaklığımız üzerine düşünmek üzerine bizlere bir fırsat sunuyor.