Kuşkusuz yer isimlerini değiştirme politikası yıllar içinde büyük bir kültürel kırıma yol açmıştır. Karadeniz’de Lazca, Ermenice ve Gürcüce yerleşim isimleri değiştirilmiştir. Kürt coğrafyasında bu oranlar daha da yüksektir. Bu kültürel kırımın en önemli sonuçlarından birisi, bu coğrafyadaki kültürel renklere ve köklere, geleneksel sürekliliğe ve toplumsal hafızaya bir neşter atılmış olmasıdır. Yerleşim yerlerinin büyük bir bölümü hâlâ iki isimle anılmaktadır.

Coğrafi yer/mekân isimlerinin sosyolojik dili: Kültürel kırımın etkisi

Yaşadığımız şehir, kasaba, köy, cadde ve sokak isimleri, genellikle üzerine düşünmeyi ihmal ettiğimiz bir alandır. Oysa bu isimlerde hafıza, kimlik ve kültürün derin izleri ve gerilimleri saklıdır. Dolayısıyla yer isimlerinin kendine özgü sosyolojik bir dili vardır.

Kuşkusuz yer/mekân isimleri, orada mukim kültürlerle ilgilidir. Bu yüzden mekânları anlamak, mukimleri tanımaktan geçer. Yer isimleri, mukimleri tanımayı da mümkün kılar. İsimlerdeki değişmeler ve tekabül ettiği dönemler ise eski mukimlerin gidişi ve yenilerin gelişi veya eskiler kalsa bile, mekânın yeni bir politik güç tarafından kontrol edildiğine işaret eder. Bu anlamda yer adları hafıza, kültür ve kimliklerin öykülerini anlamaya da imkan sağlar.

Geçmişten bu yana mekâna kimlik giydirmenin bir aracı olarak yer adları belirlemek, politik hükmetme halleriyle doğrudan ilgili olmuştur. Tıpkı aydınlanma ile Avrupa’da geleneksel yer isimlerinin, modern isimlerle değiştirilmesi gibi. Fransız Devrimi’nin ardından, dini referanslı yer isimleri silinip her yere cumhuriyete gönderme yapan isimler verilmiş; bulvarlar ve meydanlar aydınlanmacı cumhuriyet ve onun kurucu kadroları ile tanımlanmıştı.

Modernleşme süreci yer isimlerinin daha da dar bir bağlamda; milliyetçilikle ele alınmasına yol açmıştır. Bu süreç önce ‘vatanı elde etmek’, sonra da ona milli bir kimlik giydirmek biçiminde tezahür etmiştir. Vatana kimlik giydirmenin en önemli araçlarından birisi ise yer isimlerini değiştirmek olmuştur. Artık yer isimleri hakim kimliğin ve kurucu aktörlerin izlerini taşıyacak; eski mukimlerin kültürleriyle ilişkili isimler önce kayıtlardan silinecek sonra da belleklerden silinmesi için ‘tedbirler’ alınacaktır. Nitekim şehirlerin, kasabaların ve köylerin yanı sıra meydan ve sokak isimleri modernleşmeyle birlikte yoğun politik müdahalelerle karşılaşmıştır.

Türk modernleşmesinin yer isimleriyle imtihanı

Türk modernleşmesinin de milliyetçi politik saiklerle yer isimlerine müdahale stratejisi de aynı süreçte ve biçimde gerçekleşmiştir. Ne var ki bu coğrafyanın çok farklı kimlik-kültürlerin evi olması ve dolayısıyla farklı dillerden yer isimlerinin çokluğu, alana müdahalenin hızı, seyri ve sonuçlarını bir ölçüde etkilemiştir.

19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başları bu yönlü politik müdahalelerin görünür olmaya başladığı dönemlerdir. Bugünkü Anadolu içlerine doğru dışarıdan gelen göçmenlerin yerleştirilmesi ile ‘yeni’ yer isimleri de verilmeye başlanmıştır. Mesela ilk göçmen gruplar olarak Tatarlar, Çerkesler ve Balkan muhacirlerin yerleşim birimlerine Reşadiye, Hamidiye, Aziziye, Arifiye, Ümraniye, İsmetiye, Talatiye, Mahmudiye, Mahmutbey gibi padişah ve şehzadelere gönderme yapan isimler verilmiştir. Aynı süreçte bu coğrafyanın kadim kültürlerden gelen isimleri de değiştirilmeye başlanmıştır. Mesela Erzincan’ın Gercanis kasabasına Sultan Abdülaziz’in iradesiyle Refahiye adı verilmiş; Dersim Kızılkilise kazası Nazimiye’ye, Megri Fethiye’ye, Atronos önce Orhanili ve sonra da Bursa’ya dönüştürülmüştür.

Yer isimlerini milliyetçi politika bağlamında değiştirmeyi öngören daha sert refleksi 20. yüzyıl başında Enver Paşa’da görüyoruz. Başkumandan vekili sıfatıyla yayımladığı talimatnamede Osmanlı coğrafyasında Ermenice, Rumca veya Bulgarca gibi Müslüman olmayan kimliklerin diliyle anılan vilayet, sancak, kasaba, köy, dağ, nehir isimlerinin Türkçeleri ile değiştirilmesini istemiştir. Bu milliyetçi refleksin tonu giderek artmış; 1921’de Antep mebusu Yasin Bey “Bugün namusumuza, mevcudiyetimize, istikbalimize köpekler gibi saldırmak isteyen bir milletin ismini, ben o memleketli olmak sıfatıyla taşımak istemiyorum. Bu Rum kelimesinin şu saatte atılmasını rica ediyorum” demişti.

Bu sert politik tutum elbette etkisini göstermiş; 1922’de Sinop’ta Çanlı nahiyesinin adı Osmanlı, Ayandon nahiyesinin adı Türkeli, Konya/Beyşehir kazasına bağlı Davgana adı Doğanbey, İzmit kazasına bağlı Ermişe nahiyesinin adı Budaklar, Lazistan sancağına bağlı Makriyali nahiyesinin adı Kemalpaşa, Isparta sancağına bağlı Ağros nahiyesinin adı Atabey, Pavlu nahiyesinin adı Cebel olarak değiştirilmişti. Müslüman ve Türk olmayan kimliklere gönderme yapan isimleri değiştirme çalışmaları o dönem iyice yoğunlaşmış; 1924’te Kırkkilise ismi, Kırklareli’ye dönüştürülmüştü. Hemen devamında bir hükümet kararnamesi ile Edirne vilayet merkezinde gayri milli mahalle isimleri de yenileriyle değiştirilmişti. Buna göre Iskarletoğlu, Lalaşahinpaşa’ya; Aya Istıatı, Doğan’a; Aya Yorgi, Hasil Bey’e; Aya Yani, İsafaki’ye; Aya İtafanos, Midhat Paşa’ya; Aya Nikola, Hacıbedrettin’e; Papa Kaçanos, Mimarsinan’a; Panaiya, Dilaverbey’e; Papaspğlu, Kadirpaşa’ya; Feristos, Yahşifaki’ye; Mihalkoç, Malkoçbey’e; Karapolit, Yakuppaşa’ya; Madanoğlu, Talatpaşa’ya ve Napoyat, Devlet-i İslam’a dönüşmüştü.

Yine aynı yıl bir kararname ile Kozan vilayetine bağlı Haçin kazasının adı, milli mücadeledeki rolü nedeniyle Sami Bey’in adına ithafen Saimbeyli olarak değiştirilmişti. 1925 yılında Artvin ilinde büyük kısmı Gürcüce olan yerleşme adları Meclis-i Umumiyye-i Vilayet kararıyla tümüyle değiştirilmişti. Mesela Melo köyünün adı Sarıbudak, Aşnak adı Kınalıçam, Bucur adı Akantaş, Carat adı Köprükaya olarak kayıtlara geçmişti.

1925 yılında yer isimlerini değiştirme mesaisi o kadar yoğundu ki İstanbul’da 300 dolayında sokak ve mahalle adı değiştirilmişti. 1927 yılına gelindiğinde ise İstanbul’daki tüm yerlerin yüzde 19’u artık yeni isimleriyle kayıtlarda yer almıştı. Özellikle cadde/sokak isimlerinde değişiklik, kimliksel kaygının baskın niteliğini gösteriyordu. Mesela Gürcü Kilisesi/Sokak Kazım Orbay Caddesi olmuştu. Ermeni Kilisesi Sokak/Fırın Sokak, Hasop Sokak/Perihan Sokak, Rum Kabristanı/Yeniköy Tepe, Kilise/Nevizade, Balıklı Kilise/Seyit Nizam, Ermeni Bostanı/Türk Bostanı, Aya Nofri/Dulkadiroğulları, Papaz/Bahriyeli Şükrü, Hançerli Kilise/Ulubatlı Hasan, Rum Kilisesi/Hacı Murat, Kaliyari/Kara Osman olarak değiştirilmişti. Müslüman olmayan isimler yerine Türk devlet adamları veya komutanlarının isimleri öne çıkarılmıştı.

1926’da çıkarılan Çift İsimle Anılan Vilayetlerin Tek İsimle Anılması yasası da aslında aynı politika ile ilgiliydi. Bu yasaya dayanarak Canik, Samsun’a; Saruhan, Manisa’ya; Kocaeli İzmit’e; Menteş Muğla’ya, Bozok Yozgat’a; İçel, Silifke’ye, Görle, Görele’ye; Enderin, Andırın’a dönüştürülmüştü.

Bütün bu politik çabalar kendine göre bir literatüre de vesile olmuş; 1926 yılında Hüseyin Nihal Atsız ve Ahmet Naci tarafından Anadolu’da Türklere Aid Yer İsimleri adıyla bir çalışma yapılmıştı. Hatta gazeteler bu çabalara kendi kulvarlarından dahil olmuştu. 26 Aralık 1926 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesine gönderilen bir mektupta güya Ankara Osmaniye mahalle halkı, Osmaniye adına şiddetle muhalefet etmiş ve mahallenin adının İsmetpaşa yapılmasını istemişti. Tabii halkın bu isteği de hızlıca gerçekleşmişti. Bu uygulama daha sonra da devam etmiş; Kirmastı'nın adı Mustafakemalpaşa, Nif'in adı Kemalpaşa, Pera veya Cadde-i Kebîr İstiklâl Caddesi, Tatavla ise Kurtuluş Mahallesi isimlerini almıştı.

cografi-yer-mekan-isimlerinin-sosyolojik-dili-kulturel-kirimin-etkisi-903468-1.
Fatih Mehmet Maçoğlu’nun başkan olmasının ardından Tunceli Belediyesi tabelası yerine Dersim Belediyesi tabelası asılmıştı.


1930’lu yılların ilk yarısında Osmanlı son döneminde verilmiş bazı isimler bile değiştirilmişti. Mesela 1931 yılında Aziziye (Afyon’a bağlı) Emirgan olarak, 1933’te Alaiye (Antakya’ya bağlı) Alanya olarak, 1934’te Sulaniye (Konya’ya bağlı) Karapınar olarak değiştirilmişti. 1935’te Dersim, Tunceli olarak, 1936’da Bayazıd, Ağrı olarak ve Gevar (Hakkari’ye bağlı) Yüksekova olarak, Rum (Çorum’a bağlı) Yeni Çamlıca olarak ve Dimitri (Kayseri’ye bağlı) Turan olarak kayıtlara geçmişti. Artık her yerde diğer bütün kültürlerden isimler süratle yerlerini Türkçe isimlere bırakıyorlardı. Kuşkusuz iktidar gücüyle ve kültürleri yok sayarak.

6-21 Haziran 1941 tarihlerinde yapılan Birinci Coğrafya Kongresi yer isimleriyle ilgili önemli işlevler yüklenmişti. Türkiye topraklarının tümüne Anadolu denilmesine ilişkin karar bu kongrede alınmış; hemen tüm yer isimlerinin Türkçe olarak yeniden belirlemek için kapsamlı tartışmalar yapılmıştı. Nitekim 1940’lı yıllarda yer adlarının değiştirilmesi daha sistematize edilmiş bir devlet politikası olarak kurulmuş; 10 Haziran 1949 günü 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ile isim değiştirme yetkisi İçişleri Bakanlığına geçmişti.

'Ad Değiştirme İhtisas Kurulu'

1957’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Milli Savunma, Milli Eğitim ve Bayındırlık Bakanlıkları, Tapu Kadastro ve Vakıflar Genel Müdürlükleri ile Türk Dil Kurumu uzmanlarından bir Ad Değiştirme İhtisas Kurulu kurulmuştu. Kurul, bu tarihten itibaren haftada iki-üç gün mesai saatleri dışında toplanmak suretiyle çalışmalarını sürdürmüş, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun yürürlüğe girmesiyle kurul üyelerine yapılan ödemelerin kaldırılması üzerine çalışmalar 1.12.1970 tarihinden itibaren durmuştu.

Zamanla dosyaların birikmesi üzerine aynı kurum uzmanlarından Ad Değiştirme İhtisas Kurulu aktive edilmiş, 1973-1978 yılları arasında faaliyet göstermiştir. Bu süreçte 1978 yılına kadar ülkede 887 bucak ve 35917 kırsal yerleşmenin yüzde 36’sının isimleri değiştirilmişti. Köy isimleri üzerine de bu dönemde özel bir çalışma yapılmış; 35 bin köy adı incelenmiş ve bunlardan 14 bin 819 köy adı değiştirilmişti.

Ad Değiştirme Uzmanlar Kurulu çalışmalarında ölçüyü kaçırmış olmalı ki 1978 yılında Başbakanlık tarafından “tarihi değeri olan yer adlarının da” değiştirildiği gerekçesiyle çalışmaları bir süre durdurulmuştur. 1983’te Başbakanlıkça bir yönetmelik çıkarılarak kurulun çalışmalarına yeniden izin verilmiştir. Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilen Ad Değiştirme Uzmanlar Kurulu Kuruluş, Görev ve Çalışma İlke ve Usulleri Hakkında Yönetmelik gereği kurul, İçişleri Bakanlığı, İller İdaresi Genel Müdürünün veya görevlendireceği yardımcısının başkanlığında Genelkurmay Başkanlığı’nın bir, Milli Savunma Bakanlığı ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün birer, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun (Türk Dil Kurumu) ikişer temsilcisinden oluşacak şekilde yeniden yapılandırılmıştı.

Vatanın her yerinde Türk olmayan kültürlerin izlerini silmek için ilgili her kademede sürdürülen bu çalışmaların herhalde en üst noktası 1984’te yapılan Yer Adları Sempozyumu olmuştur. 13-14 Eylül 1984’te Ankara’da yapılan sempozyumda İçişleri Bakanlığı görevlileri başta olmak üzere bu politikanın üreticileri bildiriler sunmuş ya da konuşmalar yapmışlardı. Arada küçük çaplı eleştiriler olsa da akademisyenler ve diğer kamu görevlileri yer isimlerini değiştirme politika ve uygulamasının daha geniş ‘başarısı’ için öneriler sunmuşlardı. Zira o zamana kadar 1/3 oranında değiştirilen yer adları henüz yeterli bulunmamıştı.

Sonuç

Kuşkusuz Türkiye’de yer isimlerini değiştirme politikası yıllar içinde büyük bir kültürel kırıma yol açmıştır. Bu müdahalenin sonucunda Karadeniz’de genellikle Lazca, Ermenice ve Gürcüce yerleşim isimleri değiştirilmiştir. Rize’de bu oran yüzde 79, Artvin’de yüzde 88 Trabzon’da yüzde 78, Bayburt’ta yüzde 80 ve Erzincan’da yüzde 66, oranında gerçekleşmişti. Kürt coğrafyasına geldiğimizde bu oranlar daha da yükselmiştir. Şırnak’ta yüzde 92, Hakkari’de yüzde 86, Batman ve Bitlis’te yüzde 84, Mardin ve Erzurum’da yüzde 90 üzerinde gerçekleşmiştir. Mardin’de 647, Erzurum’da 653 köyün adı değiştirilmiştir. Diğer bölgelerin tamamında benzer bir durum söz konusudur.

Bu kültürel kırımın en önemli sonuçlarından birisi, bu coğrafyadaki kültürel renklere ve köklere, geleneksel sürekliliğe ve toplumsal hafızaya bir neşter atılmış olmasıdır. Referansını milliyetçilikten alan bu keskin neştere rağmen yine de Türkiye’de yerleşim yerlerinin büyük bir bölümü; biri resmi diğeri de geleneksel olarak iki isimle anılmaktadır. Gündelik dilde bu durum eski ve yeni isimler diye ifade edilir. Hemen her yerin bir eski bir de yeni ismi vardır. Fakat gündelik hayatta genellikle resmi isimler değil, geleneksel isimler kullanılır. Bu da bazı bakımlardan kadim kültürlerin aslında modern iktidarlardan daha dayanıklı olduğu anlamına gelir. Bu nedenle insani olan, kültürel geleneklere atılmış bu neşterin sonuçlarıyla kapsamlı bir yüzleşmeyi yapabilmektir.