Coğrafya kaderdir diyenlere itirazım var. Kaynak olarak İbn-i Haldun gösterilse de ben onun yazdıklarında böyle bir ifadeye rastlamadım. Bu konuyu kendine dert edenler de Haldun’un böylesi bir değerlendirmesi olmadığını söylüyorlar. Ama ilginç biçimde laf kendini popülerleşerek üretiyor.

Etno-merkezliliği, belli bir etnik grubun ya da topluluğun diğer gruplara köken üzerinden üstünlük kurması olarak tanımlayacak olursak, bu üstünlüğün önemli bir kaynağının coğrafi konum olduğu söylenebilir. Avrupa-merkezlilik, oryantalizm gibi kavramların işaret ettiği üstünlükler de çoğu durumda, coğrafi konuma referans vererek açıklanır.

“Coğrafya kaderdir”, yargısına yönelik itirazım, bu tür bir düşünce mantığına sahip olmasından kaynaklanıyor. Başarı ya da başarısızlığı toplumsal ilişkilerden yola çıkarak açıklamak yerine kestirmeden coğrafya ile açıklamak yakın dönemde son derece popüler hale gelmiş bulunuyor. Bombaların patlaması, darbe girişimleri, sokakta kadına yönelen eril şiddet, haksız ve keyfi gözaltılar ne zaman toplumu rahatsız etse, sosyal medyada mutlaka birileri çıkıp, “coğrafya kaderdir”, deyiveriyor.

İbn-i Haldun’u bilmem ama coğrafi kaderciliğin en hasını Aristoteles’te bulabiliriz! Dünya coğrafyasında üç tür insanın olduğunu öne süren Aristoteles, Avrupa’nın soğuk bölgelerinin insanlarının duygu yüklü ancak zekâ ve yetenek fakiri olduğunu söyler. Asyalılar ise zekâ ve yaratıcılık açısından zengin, ama ruhsuzdur. Oysa der Aristoteles, bu iki coğrafyanın tam birleştiği yerde doğmuş bir uygarlık olarak bizler, her iki coğrafyanın da olumlu yönlerini taşıyoruz; hem zeka hem de ruh sahibiyiz. Eski Yunan uygarlığı, coğrafi sentezi sayesinde, özgür, siyasal olarak gelişkin ve dünyayı yönetmeye muktedirdir. Tek eksik vardır, siyasal birlik!

Bugün bu mirası sahiplenen modern Yunanistan’da kaç kişi, aşağı yukarı aynı coğrafyada durup, Aristoteles gibi dünyayı yönetme iddiasında bulunabilir? Ciddi bir borç batağından çıkmaya çalışan Yunan hükümetinin yakın zamanda “zekâ ve yetenek özürlü” Almanlar tarafından nasıl aşağılandığını unutmak mümkün mü? Coğrafya kaderdir diyenlerin arada neyin yanlış gittiğini açıklaması gerekiyor. Açıkçası o açıklama Aristoteles’in değerlendirmesinin son cümlesinde var; bakmayın bu büyük felsefeciye kaderci dememe! O da meselenin biraz coğrafya çokça siyaset meselesi olduğunu biliyor. “Bulunduğumuz coğrafya bizi eşsiz kılıyor” dedikten sonra “ama” diyor. “Ama siyasal birliğimizi sağlamalıyız”.

Coğrafya kaderdir meselesine Aristoteles ya da İbn-i Haldun’un yazdıklarından gelmedim. Ne de Türkiye’yi, iki kıta arasındaki jeopolitik konumunun verdiği güçle dünya lideri olarak görenlere, “ama siyasal birlik” demek gibi bir niyetim var!

Coğrafya kaderdir konusuna bir kez daha dönüşüm, geçtiğimiz günlerde evde yaptığım bir tadilatta yevmiyeli olarak bana yardım eden bir emekçiyle yaptığım konuşmadan kaynaklandı. Sinoplu Diyojen’in memleketinden geçinemediği için Ankara’ya iki yıl önce göç eden bu emekçi, aldığı maaşın yetmediğinden şikâyet ettikten sonra, geçinmek için ek işler yaptığını uzun uzun anlattı.

Sohbetin bir aşamasında bildik fikirleri beyan etmek yerine “sözünü ettiğin bütün bu olumsuzluklardan kimi sorumlu tutuyorsun” diye doğrudan sordum! Yanıt kısa ve netti; “hocam biz Sinop’un dış bir ilçesindeniz, bizim oralar çok dışarıda kalıyor”.

Sorunlarının kaynağında şanssız bir coğrafyada doğmuş olması vardı. Coğrafyanın merkezine gelmiş olmasının da sorunlarını çözmediğini dile getirmek istemedim. Düşündüm, belki de baş edemeyeceği sorun kaynağına işaret etmek yerine, coğrafyaya sığınmayı tercih etmişti.

Orada konuşamadığımı burada yazmayı seçtim…