Erdoğan, kaybetti. Seçimin en kısa özeti bu. İçeriğiyle ilgili, yaratıcısı Burhan Kuzu ve icracısı Erdoğan’ın ayrı nameden çaldığı başkanlık sistemi, halk tarafından kabul görmedi. Bu tespiti fazlasıyla kolaylaştıran şey, üzerine yemin ettiği tarafsızlığını bir kenara bırakarak, kendisine başkanlık kapısını açacağına inandığı partisi adına, meydanlarda oy istemesi oldu. Genel seçimi, kendisi için hazırlanan bir tek adam yönetimine “evet mi hayır mı diyorsunuz”, tercihine dönüştürdü. Sonucunda da, yüzde 9’luk bir oy kaybıyla sarayına döndü. Belki sarayda karafatma yok ama, insanı fayanslarla konuşturacak bir can sıkıntısından söz edilebilir.

Geride, omuzları; yolsuzluk dosyaları, yüce divan oylaması, işçi cinayetleri, paralel devlet ortaklığı, Gezi, Reyhanlı, Soma, Roboski, Kabataş yalanı, iç güvenlik paketi, MİT TIR’ları, doğa talanı, internet yasası, seçim barajı gibi pek çok yükle ağırlaşmış ve halkın yarısından fazlasının teveccühünü kaybetmiş bir AKP kaldı. Erdoğan’ın hırsı ve kibriyle savrulan parti; hata-yalan-baskı zincirine sarılarak, memleketin nefes yolunu tıkadı. Nihayetinde, Gezi’yle başlayan “yeter artık” itirazı, oy pusulasına mühür oldu. Seçim meydanlarında dışlamadığı, ötekileştirmediği kimse kalmayan Erdoğan’ın ayrıştırıcı diline karşı kazanan, birleştirici bir üslup takınan muhalefet oldu.
CHP, seçim sürecinde ‘Erdoğan karşıtlığı’ tuzağına düşmedi. Pozitif bir dil kullandı; ayakları yere basan, akılcı projeler üretti. Adayları önseçimle belirlemek, hem demokrasi, hem de olası parti içi tartışmaların önünü kesmek için verilmiş doğru bir karardı. Kılıçdaroğlu demokrat bir lider olarak, 12 Eylül’den kalma ve demokrasilerde eşi benzeri olmayan yükseklikteki barajı aşmaya çalışan HDP’yi, oy hesabı yaparak yıpratmadı. Yaşanacak bir Türkiye sözünü, barış diliyle güçlendirdi. Seçim boyunca kendisini en çok üzen şeyin HDP’nin Diyarbakır mitinginde gerçekleşen bombalı saldırı olduğunu söyleyerek halka empati mesajı verdi. Kılıçdaroğlu, halkın “AKP’nin tarumar ettiklerini düzelt” görevini verdiği muhalefetin birleştirici gücü olabilecek bir lider.

HDP, barajı yıktı geçti. Demirtaş ve Yüksekdağ, seçim bürolarına yapılan saldırılara, otobüslerinin yakılıp, arkadaşlarının öldürülmesine, Diyarbakır’daki bombalı saldırıya kadar yaşanan onca engellemeye, kışkırtmaya rağmen; barış dilinden, Türkiye partisi olma iddiasından ve “seni başkan yaptırmayacağız” cümlesindeki kadar net bir demokrasi ve özgürlük talebinden hiç vazgeçmedi. Halk, ekrana çıktığı her an kendisine parmak sallayan, bağırıp çağırana karşı; türküsüne eşlik eden, şakalaşan ve rengârenk bir Türkiye’den bahseden Demirtaş’a şans vermeyi seçti. MHP, bu seçimin oturduğu yerden oy kazananı oldu. Ne yeni bir söz söyledi, ne de üzerinde çalışılmış yeni bir proje sundu. MHP, merkez sağdan kaçan oyların sığındığı bir liman görüntüsünü koruyor. Bu süreçteki en önemli başarısı, AKP’nin MHP-HDP kışkırtmasına karşı serinkanlı bir tutum sergileyebilmiş olması.

Peki, sandıktan çıkan sonuç nasıl okunmalı? Bu konuda, Türkiye’nin ayakkabı kutularından taşan paralarla, bakara makaralarla tanıştığı günlerde, ‘yolsuzluk başka, hırsızlık başkadır’ başlıklı ‘veciz’ yazısıyla iktidarın yüreğine su serpen Hayrettin Karaman’a kulak vermekte fayda var; zira dün Yeni Şafak’ta yayınlanan son yazısında muhalefete önemli bir mesaj vermiş. Karaman’ın, muhalif partilerin, bir kısım medya, STK ve patronların el ele vererek AKP iktidarını yıktığını söyleyerek, darbecilikte oy verme döneminin başladığını duyurduğu yazısı şöyle devam ediyor: “Birkaç ırgat bir araya geldi ve.. (toprak ağasına karşı ayaklanma) bazı eksikleri ve kusurları olsa bile (hırsızlık, yolsuzluk, cinayet, katliam) Türkiye’yi şaha kaldıran (değersiz yalnızlık) ve alternatifi de olmayan iktidarı yıktı.” (...) Erken seçim bir yanda dursun, yıkmayı becerdiniz, hadi yapın da görelim.”

Bu yazı, sarayın dileği ve stratejisinin ipuçlarını taşıyor. Beklentiyi boşa çıkarmak, sandıktan çıkan çoğulcu yapıyı kurabilmekten geçer.