Çoğunluk filminin hikâyesi gerçekten önemli.

Çoğunluk filminin hikâyesi gerçekten önemli. Bir yandan içinde büyünmüş, içeriden görülmüş bir aile modeli. Öte yandan toplumumuz için tamamen tipik. Bir başka yanı ise, Mertkanlar kendini dışarıdan göremiyor. Nihai olarak Mertkan Türkiye toprağı ile sınırlı değil, özellikle Avrupa’da bir fenomen. Ama dünya genelinde bir figür.
Bu “kendini bilmez karakterimiz” dünyadan bihaber. Ama öte yandan dünyayı keşfetmek için de hiçbir şey yapmıyor. İşte orada Mertkan’ı görebiliyoruz. İki yıl öncesinde, Üç Maymun Türkiye’de gösterime girdiğinde, AFM Fitaş sinemasında bilet kuyruğundaydım. Bekliyordum orada: 10 dakika içinde 5 tane Üç Maymun’a bilet satıldı. Aynı sinemada üç salonda Testere IV oynuyordu. 10 dakikada yaklaşık 100 bilet satıldı. Mertkan Testere IV’ün seyircisidir. Şimdi sıra Çoğunluk’ta. Merktanları anlatıyor, gerçekten çok iyi anlatıyor. Mertkan’ın kişiliğini ve kimliğini oluşturan bütün temel unsurlar hikâyenin yapısında var. Mertkan’ın ikilemleri, çekiniklikleri, sınıfının adamı olma hikâyesi. Ama neredeyse çoğunluk değil de, kahir ekseriyet denilen bu insanlar sinemada Çoğunluk’a gitmiyor. Onların gittikleri filmler de zaten kendilerini anlatmıyor. Onları çoğunluk yapan bir tür kendini bilmezlik, sürü psikolojisi, insani olmayan uzlaşımlar, olağanmış görüntüsü verilen sarsıcı ve yıpratıcı bir hayat pratiği. Bir tür insani körlük içindeler. Bir sanatçı gerçekten çok kıymetli bir eser olarak Çoğunluk’u düşünebilir, büyük zorluklar çekerek filmi çekebilir, hem yurtiçinde hem de yurtdışında önemli ödüller alabilir. Nitekim aldı da. Ama şimdi bir başka paradoksla karşı karşıyayız: Ya Mertkanları büyük bir etkileyicilikle anlatan, insanı gerçekten düşündüren ve tartışmanın yoğunlaşması gereken bu filmi 1) Mertkanlara nasıl seyrettireceğiz, 2) Mertkana kendisini bilmesini, kendine dışarıdan bakmasının yolunu nasıl açacağız?
Yeni Türkiye sineması Mertkanları anlatmayı, insanların ufuksuzluğunu, sevgisizliğini, yaşamın içine sinmiş şiddeti büyük bir maharetle anlatmayı beceriyor, ama aynı sinema ne yazık ki “kendi yurdunda sürgün”, Mertkanlar içinde yaşadıkları toplumu bilmedikleri gibi, kendilerini anlatan filmleri de bilmiyorlar.
Gerçek şu ki, Türkiye’de akıl, felsefe, estetik kaybetti. Bir toplum olarak bugün “gerçekçi”, “ahlaklı”, önce toplumu düşünen kesim aşırı azınlıktadır. Bugün biz öyle böyle değil, aşırı azınlıktayız. Neredeyse bir kural gibi, bir film sosyolojik açıdan ne kadar derinse ve ne kadar önemli bir soruna el atıyorsa, o denli yalıtılma tehlikesinin eşiğinde. Gerçekten bir film çok önemli olduktan sonra, 500000’i aşan tek bir filmimiz olmadı.
Türkiye’de sinemamızın en büyük sorunlarından birisi Mertkan’a bir yandan hayatı, ama öte yandan estetiği duyumsamayı öğretmek, kendini sonsuz kere tekrarlayan aptalca kurguların başında tükenecek kadar değersiz değildir hayat.
Evet bakın orada, Mertkan, babasının karşısında ezik, zor yürüyor, yorulmuş ve terlemiş, ağaçların arasında gücünün son zerrelerini babasına yetişebilmek için harcıyor. Ama biraz sonra jipe binip eve geldiklerinde, temizlik yapan kadına kıçından bir tekme atmak için güç depolamayı ihmal etmemiş. İşte temizlikçi kadın çocuğuyla birlikte öldüğünde, Mertkan için “ne olacaktır, bir başkası zaten var”dır. Mertkan, bir yandan okula gitmek yerine çalışmak zorunda olmayı bilmiyor, ama okulu kazanıp da işe giden gencimiz de özellikle Mertkan’ın jipine düşkün. Polis Mertkan’ın babasının kim olduğunu, hangi yerlerden özel torpilli olduğunu bilmediği için, kaza raporunu düzeltmiyor. Babası zaten Merktan’ın kaza raporunu düzelttiremeyeceğini biliyor, bu Mertkan’ın hayat dersi. Kimlere neyin nasıl söylenileceğini, ara yolların nasıl olacağını öğrenmeli. İnşaatlarının başında dururken, neme gerek deyip yastığının altına silah koymasının niçin gerekli olduğunu öğrenmeli. Sevdiği kızı babası uygun görmediği kolaylıkla kızı çingeneye indirgemeli. İşte Mertkan vur/kaç taktiğini öğreniyor. Disco’da kızlara nasıl yaklaşacağını da bilmiyor. Kendini çirkin buluyor, çünkü ona göre tek gerçek rakibi Tom Cruise. Uyuşturucu ile ilk temrinlerini yapıyor. Onun için bir kaçamak dünyası, zaten Mertkan’ın eğitiminin ana halkası “kaçışçı ahlak”ın ilkelerinden türetilmiş. Mertkan oy vermeye gidecek, sürünün başında kimse, kendisini de ayrı bir şekilde küçük sürü başı yapan siyasi iktidarın oy deposu. Mertkan inşaatlarındaki işçiye olur olmadık nedenle bağırabilir, adamın bir kabahati yoksa bile. Ama Mertkan’ın babası o işçiye haksız yere bağırdığı için “oğluyla gurur duyuyor”. Şimdi adam olduğunu düşünüyor. Önce oğlunun burnunu sürttü, boş yere şehir dışına kamyonetle gönderdi, şimdi oğlu işçinin burnunu sürtüyor, kendisinin ne kadar önemli olduğunu gösterecek. İnsan kullanmak sınıfının zanaatı. Egemen ideolojinin temel harcı, aynı şekilde insan harcamak da düzenin karakteri.
Temel soru devam ediyor, Türkiye’de Çoğunluk’u anlayabilen insanların sayısı da seyreden insanların sayısı da çok az, hatta aşırı az, biz bugün Türkiye’de aşırı azız ve onlar aşırı çoklar, ya da kahir ekseriyeti oluşturuyorlar. Toplumumuz sürü ve şefin kontrolü babında bir yönetim biçimi üretti. İnsanlar Testere IV’ün gişesinde kuyruk oluşturuyor. Kaya Çilingiroğlu’nun karısının kaza haberi manşetten gazetelere giriyor, onlar için “ötekinin hikâyesi” başlamadan bitiyor. Faşizm hem Türkiye’de hem de Avrupa’da yükseliyor, işin garip tarafı faşizan eğilim gösteren liderler birbirlerine ön adlarıyla seslenecek kadar samimiler. Günther Walfraf En Alttakiler kitabında çok iyi anlatır durumu: 1980’lerin başı. Almanya’da sağın yükselişi, Türk düşmanlığı da temel konulardan birisi. Saldırılar oluyor. Bu sırada seçim akşamı, ilk sonuçlar alınıyor ve galipler. Alman kimliğiyle haber gönderip, bir eyalet lideriyle görüşmek istiyor, içeri bile almıyorlar. Hiçbir yanıt yok. Daha sonra Türkiye’den MHP’den bir kimlik kartı veriyor, Türk kimliğiyle görüşmek istiyor. 15 dakikada liderin karşısında, gülerek ve içten selamlarını göndererek konuşuyorlar Walfraf’la.