Fotoğraf sanatçısı Acar, “Bir sanatçı olarak ne yapabilirim? diye kendime sorduğumda, elbette sadece bir eserle böyle büyük bir sorun çözülemez. Sorun o kadar yaygın ki“ diyor.

'Çoğunun soyadı katilleriyle aynı'

Osman Bozkurt

Fotoğraf ve Sinema Sanatçısı Selda Salman Acar’la “Dokunabilirsin, Artık Yaşamıyor” konulu kadın cinayetlerini işleyen sergisi üzerine söyleştik.

Sanata yöneliminiz çerçevesinde kısa yaşam öykünüzü almak istesek?
Babam, yokluk içerisinde kendini yetiştirmiş, hem çalışmış hem okumuş, çok çalışkan bir insan. Annem de ince zevkleri olan, dokunduğu yeri güzelleştiren bir insan. Bir çocuğun ilk eğitim aldığı yer aile ortamı. Babamın öğrenciliğinde, yemeğinden kısarak aldığı, bana “büyük gelen” kitapları vardı. Sanırım sanata ilgim, ilkokulda tek eğlencem olan, o klasikleri okuyarak başladı. Cemal Süreya’nın dediği gibi, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okuduktan sonra, huzur kalmadı bende. Kitaplar, hep yakın arkadaşım oldu. Yatılı okuldan sonra üniversiteyi kazandığım an, bende bir sorgulama başladı. Tüm yaşam bu muydu? Üniversiteyi kazanmak, bir işe girip çalışmak ve ailenin, çevrenin senden beklediği üzere evlenmek… Ama benim anlatmak istediğim bir şeyler vardı ve bunun yolunu bilmiyordum. Resim yapmayı seviyordum ama yetenekli değildim.

O an tesadüfen bir kursun duvarlarında gördüğüm fotoğraf imdadıma yetişti. Fotoğrafın bir sanat olduğunu, onunla duygularımı, düşüncelerimi özgürce ifade edebileceğimi, Ankara’da fotoğraf derneklerindeki değerli hocalarımdan görünce, bir kapı belirdi önümde. Bu yıl itibarıyla 30 yıl olmuş. Müthiş bir yolculuk benim için… Analogdan dijitale geçişi, tek bir fotoğraf görmek için Siyasal Bilgiler’den, Basın Yayın Fakültesi’nin derslerine kaçak olarak girmekten, her gün istemediğimiz kadar çok fotoğraf görebilme noktasına geldik. Bu arada kariyer baskısı ile yaşam akıp geçerken, fotoğraf, hep nefes alabildiğim alan olmaya devam etti. Sonunda işimden istifa edip, fotoğrafa yoğunlaştım. Sergiler açtım, yurtdışı yarışmalarda ülkemi temsil edebildim.

Biraz da “Ateşe Uçan Kelebekler” filminizden söz eder misiniz?
Evet, senaryosunu, yönetmenliğini, yapımcılığını, kısacası oyunculuk dışındaki her şeyi eşimle beraber yaptığımız bir filmimiz var. O da ayrı, büyülü bir kapıdır benim için... Sanırım ilk defa film yapabilme cesareti -şimdilerde deli cesareti bile diyebilirim- Akira Kurosawa’nın biyografisini okuyunca belirmişti bende. Onun üzerine çoğu yönetmenin biyografisini ve sinemayla ilgili kitapları okumaya çalıştım. Kendi kendimi eğitmeyi seviyorum. Araştırmalıyım, denemeliyim, yanılmalıyım. Filmin senaryosunu görenler “Parasız olmaz, çekemezsiniz” dedikçe, daha da üstüne gittik. Çoğu amatör olan oyuncularımızın büyük katkısıyla filmi çekebildik. “Ateşe Uçan Kelebekler” 49. Altın Portakal Film Festivali’nde özel gösterimde yer aldı. Sevgili Atilla Dorsay’ın beğenisini almak, bizim için en büyük ödül oldu.

Güncelliği bitmeyen bir temel sorunu fotoğraflar eşliğinde özgün bir çalışmayla sergiliyorsunuz. Bu duyarlılığı biraz açar mısınız?
Kadın, erkek hikâyelerini fotoğrafla anlatmak, hep kafamda dolanıp duruyordu. Bir fotoğraf zihninizde belirdikten sonra, onu gerçekleştirme gibi zorlu bir süreç başlıyor. Mekânın, modellerin bulunması; çekimler, su altında çekimler, ardından tüm o görüntüleri düzenleme işleri… Zihninizde beliren görüntüden, son haline gelene kadar çok yorucu ama bir o kadar da zevkli bir süreç işliyor. Birçok kompozisyon çıktı ortaya, umarım onlar da ileride daha büyük bir sergide yer alabilirler. Bu arada kadın cinayetleri, ülke gündemimizden hiç eksik olmuyordu. Her bir cinayet haberi, insanda önce çaresizlik duygusu, sonra isyan yaratıyor. “Nasıl böyle bir şey olabilir?” şaşkınlığı… O dönem bir kız çocuğu öldürülmüştü. Bunu anlatan ve “dokunma” adını verdiğim bir fotoğraf yapmıştım. Ancak bu vahşet karşısında, çok naif bir anlatım olarak kaldı. Nasıl daha etkili olacağını düşünürken, birkaç aşamadan sonra, bu çalışma ortaya çıkıverdi. Fotoğrafın dışında bir çalışma oldu. Elinizdeki araç ne olursa olsun, ister görüntü ister kelimeler önemli olan mesajın ulaşabildiğini düşünmeniz. Esasında çok daha farklı yöntemleri kullanma konusunda çok hevesliyim, kuralları yıkmayı seviyorum, sanat zaten bunun için güzel…. Bu yönde çalışmalarım, arayışlarım devam ediyor. Fırsatlar olduğu sürece, onları da sergileme olanağı bulabilirim.

“Dokunabilirsin, Artık Yaşamıyor” adlı bu çalışmanızdaki detaylar neyi anlatıyor?
Esasında eser bittikten sonra anlatmayı değil, izleyiciye bırakmayı yeğlerim. Onların yorumlarının kattıklarıyla paylaşım daha da büyür. Ama bu işin benim için farklı bir yönü var. Burada bir duruma dikkat çekmek, bunun olağan bir şey olmadığını, yalnızca bu yıl, eseri hazırladığım ana kadar 296 “kadın cinayetinin” işlendiğini göstermek istiyorum. Eserdeki kırmızı renkli isimler kadınlar -ki bunlar çoğunlukla tanıdıkları kişiler (eş, akraba, arkadaş) tarafından öldürülmüş- pembe olanlar ise kız çocuklarıdır. Eserde, doğumla verilen sadece ön adlarla yetinildi. Çünkü çoğunun soyadı, katillerininki ile aynı! “Neden ayna”, “Neden gri koli bandı ile yapıştırmak” gibi soruları, izleyicinin merakına bırakıyorum… Neden böyle bir çalışma derseniz, bu konuda bir şey yapabilmek için sadece haberi okuyup, olanları kanıksamamak için… “Bir sanatçı olarak ne yapabilirim?” diye kendime sorduğumda, elbette sadece bir eserle böyle büyük, köklü bir sorun çözülemez. Sorun o kadar derinlerde ve o kadar yaygın ki… Sergide yer alan diğer fotoğrafımın adı gibi, “Perdelerin ardındaki hayatlar” da çok fazla dram yaşanıyor. Kulak kabartırsak, dertlerini dinleyebilirsek, duyabiliyoruz onları. Her bireyi kadın ve erkek olarak değil de ‘insan’ olarak görmek için toplumun medeniyet adına kurulmuş çoğu kurumundaki bakış açısının değişmesi gerekiyor. Hele ki daha ‘adalet, ceza’ kavramının bile tartışıldığı bir durumda… Umarım bu küçük adım, belki bir kadının geleceği için bir ömür kadar büyük olabilir! Bu eserin satışından elde edilecek gelirle bir kız çocuğu okuyabilir veya bir kadın, sığınma evinde güvenli bir ortama kavuşursa, bir nebze üzerime düşeni yapmış sayacağım. Bu eseri, toplum olarak koruyamadığımız tüm kız kardeşlerime adıyorum. Çocukluğumdan beri hayal ettiğim şeyi başarmış, bir yaşama dokunmuş olacağım. Sanatın daha çok çocuğa ulaşması için bir kitap projesi üzerinde çalışıyorum. Umarım o da gerçekleşir! Destek verenlere teşekkürler.