Aslında 23 Haziran akşamı yeni bir döneme girdiğimize dair tablo netleşmişti. İktidar blokunun en önemli büyükşehirleri kaybetmesi ve İstanbul’da üst üste iki kere mağlup olması politik hegemonyasının onarılmaz biçimde gerilediğini gösteriyordu. Geride bıraktığımız 5 ayda Saray rejimi bu gerilemeyi durdurmak adına onlarca hamle yaptı. Fırat’ın doğusuna operasyon, HDP’lilere yönelik tutuklama dalgası, kayyum atamaları, İBB üzerindeki kuşatma hepsi aynı hedefe yönelmiş işlerdi. Ancak bunca çabaya rağmen gidişatı terse çevirecek bir sonuç elde edemedi. Hal böyleyken erken seçim lafının yeniden dolaşmaya başlaması sürpriz olmadı.

Erken seçimi açıktan dillendiren ve talep edenlerin başında HDP var. Partide bir süredir kayyum atamaları ve tutuklamalar nedeniyle sine-i millete dönüş tartışması yapılıyordu. Meclis’ten çekilmek gerektiğini söyleyen hatırı sayılır bir toplama rağmen parti yönetimi parlamentoda kalacaklarını duyurdu. HDP’nin erken seçim resti, yalnızca iktidara değil aynı zamanda muhalefete. HDP’liler kendi gündemlerine mesafeli duran millet ittifakını şimdilerde erken seçim ihtimali üzerinden harekete geçirmeyi deniyor.

“Sartların olgunlaşmasını” beklemenin daha akılcı bir yöntem olduğunu düşünen CHP erken seçimi talep eden taraf olmaktan uzak durma stratejisini sürdürüyor. Kazanılan belediyelerde yapılan hizmetlerle halkın gönlünü kazanmak ve sandığa daha güçlü gitmenin hesaplarını yapıyor. Babacan-Gül kanadı ise seçime hazırlıksız bir biçimde yakalanmaktan korkuyor. Henüz istedikleri “çıkışı” gerçekleştiremedikleri açık. Erken seçim ihtimaline karşın Cem Uzan taktiğine başvuracakları konuşuluyor. 99 seçimlerinde Uzan, Hasan Celal Güzel’in partisini ele geçirip onu Genç Parti’ye dönüştürmüş ve seçime katılım engelini aşmıştı. Bir benzerini yaşarsak kimse şaşırmayacak.

Bahçeli her ne kadar “erken seçim yok” dese de çoktan seçim sathı-ı mailine girilmiş görünüyor. Son bir haftada yaşadıklarımız 2020’de sandık başına gitme olasılığının güçlendiğini gösteriyor. Hem iktidar hem de muhalefet cephesinde hesaplar bunun üzerine yapılıyor. 2002’den bu yana iktidar ilk kez kontrol edemediği bir seçim sürecine sürükleniyor. Üstelik kan kaybını durdurabilmiş ve ekonomik krizin etkilerini hafifletebilmiş de değil. Ancak bu gerçekler AKP-MHP blokunun süreci lehine çevirmek için yeni taktikler geliştirmediği anlamına gelmiyor. İki hedefleri var; birincisi Erdoğan’ın açıkça söylediği gibi millet ittifakını dağıtmak, ikincisi ise CHP ve İyi Parti’yi içeriden bölmek.

Nitekim erken seçim tartışması ilk önce İyi Parti’de çatlak seslerin çıkmasına neden oldu. Partinin grup başkan vekili Lütfü Türkkan 2020’de seçim, parlamenter sisteme dönüş ve 5-6 bakanlık karşılığında AKP ile koalisyon yapabileceklerini söyledi. Parti yönetimi Türkkan’ın sözlerini “kabul edilemez” buldu. Fakat bu yalanlama, MHP’den sonra AKP’nin de İyi Parti’nin içine doğru hamle yaptığını ve İyi Parti’de birilerinin bu telkinlere açık olduğu gerçeğini örtmüyor. Muhalefeti yalnızca parlamenter sisteme dönüş konusuna sıkıştırmak, tüm siyasi ortaklığı bu hedef doğrultusunda tarif etmek iktidarın müdahalelerine açık olmak demek.

“Saray’daki CHP’li” iddiasının ana muhalefetin gündeminde bu denli yer tutuyor olmasını da aynı bağlamda düşünmek mümkün. İktidarın en büyük rakip olarak gördüğü CHP’nin içindeki fay hatlarını harekete geçirmek istemesi şaşırtıcı değil. Asıl tuhaf olan kendini CHP’ye yakın olarak tarif eden, parti seçmenine hitap eden kimi isimlerin bu sürecin bir parçası olması. Saray’da kendisine genel başkanlık vaat edilen biri gerçekten olsun ya da olmasın son tanık olduğumuz tartışmanın iktidar blokuna “umut”, yandaşlara malzeme verdiği aşikâr. CHP’de tıpkı AKP içindeki gibi “çeteleşmiş yapılar” olduğu iması ya da partide esas meselenin koltuk savaşı olduğu imajı sadece krizi gündemini değil iktidarın içsel zaaflarını kapatmaktan başka bir işe yaramaz.

Şimdi asıl sorulması gereken soru şu; nasıl oluyor da seçim ufukta görünmüşken, iktidar bu kadar köşeye sıkışmışken muhalefet kendini kısır gündemlerden kurtaramıyor? Bu sorunun cevabını tek tek kişilerin tutumlarında aramak çare değil. Somut politik hat, halkla inşa ettiğiniz bir politik program olmazsa suyu bulandıran çok olur. Parlamenter sisteme geri dönüşün ötesine geçme, var olan ucube sistemin dayandığı ahbap çavuş kapitalizmine karşı toplumcu bir seçenek sunma sorumluluğu olan sol/sosyalist siyasetin gündeme daha çok müdahale etmesi tam da bu nedenle önemli.