RT Erdoğan’ın sevenlerinin ona ‘taparcasına’ bağlılıklarını ilan etmeleriyle, karşıtlarının ona duyduğu nefret arasında bir ilişki var.

RT Erdoğan’ın sevenlerinin ona ‘taparcasına’ bağlılıklarını ilan etmeleriyle, karşıtlarının ona duyduğu nefret arasında bir ilişki var. Bir bakıma Erdoğan’da cisimleşen bir toplumsal ruh halinin karşılığı bu durum. Her iki duygu birbirini besleyerek Erdoğan’ı güçlendiriyor. Basit bir aşk- nefret etkileşiminden öte bir hal. Ne de Erdoğan’ın biteviye kullandığı bölücü, ayrımcı, nefret söyleminin bir sonucu.

Bir yanda ‘reis, ‘patron’ gibi mafyatik lakaplarla övgü düzüp, o karşıtlarına hakaret ettikçe işi imam cemaat misali en galiz küfürlere kadar götüren yandaşları var. Öte yanda bu kez ona karşı yazılı, görsel, sosyal medyada aynı düzeysizlikte hakaret, küfür salvolarını sıralayan, gazetelerinin manşetlerinde, köşe yazılarında ön adıyla ve sen diliyle ona ‘çaktığını’ düşünüp, ucuz kahramanlık hazzı yaşayanlar. Elimde fırsat olsa da yüzüne bir tokat atabilsem diye hayal kuranlarla, ona dokunmayı ibadet sayanlar.

Onun izansın karalamaları, birbiriyle bağlantısız olayları birbirinin nedeni ya da sonucu olarak ilan etmedeki mahir tutarsızlığı, bu gün söylediğiyle dün söylediğinin taban tabana zıt olmasına karşı aldırmazlığı, herhangi bir ilke, kural ya da değer ölçütünü temel almak bir yana, açıkca yanlış olanı bile doğruymuşcasına iddia etmesindeki rahatlığı, en küçük bir fikrinin olmadığı konuda bile allamei cihan futursuzluğu ve nefret, alay etme, aşağılama gibi ‘hitabet sanatları’ndaki başarısında toplumu etkileyen bir özellik var.

‘Çok ayıp bi şey’ i uluorta yapabiliyor olmanın büyüleyiciliği!

Otoriter yönetimler, tebalarına ‘eğer boyun eğer, söz dinlersen sen de bu iktidarın düzeninde rahat edersin, yoksa sana hayat hakkı yok’ önermesini dayatırlar. Toplumun büyük çoğunluğu bu önermeyi desteklerse insanlar görece ‘huzur içinde’ yaşarlar. Bu huzur, iktidar, ‘boyuneğenin karnını doyurma yükümlülüğünü’ yerine getirdiği sürece devam eder. Aksi halde isyan çıkar.

Herkesin kendi bacağından asıldığı, eşit fırsatlarla kendi başının çaresine bakmakla yükümlü olduğu, serbest rekabetin desteklendiği ve ‘devlet’in kamusal yükümlülüklerden kendisini sıyırdığı düzenlerde ise sanki bir özgürlük var var gibidir. Oysa özgürleşme gibi görünenin ardında eşitsizlik ve sömürü düzeni olduğundan, geniş yığınlar sadece işsizlik, güvencesizlik, açlık, kargaşa ve tedirginlik yaşar.

Böylesi kargaşalar toplumun geniş çoğunluğunda bir tür ‘gerileme’; edilgen alıcı dönemlere özlemi kışkırtır. Özgürleşildiği iddialarının pazarlandığı zamanlar geniş yığınların otorite arayışına daha çok yöneldikleri bir çelişkiyi doğurur. Herkesin çok başarılı olduğu pompalanırken, başarısız olanın(işsiz, güvencesiz, barınaksız ve aç) suçu kendisinde bulmak yerine kendisine bir suçlu gösteren otoriteye sığınması kolaylaşır. Senin bu nimetlerden yararlanmana engel olan düşmanlar var; olmasalar bolluk ve refaha kavuşacaksın propogandası hedefi bulur.

Hele o otorite bizatihi varlığı ve eylemleriyle kuralsızlığı, ilkesizliği yani demem o ki ‘ayıp yapma’ denileni en ufak bir utanma, suçluluk hissetmeden aleni yapabiliyorsa... Yaptıkça zenginleşiyor, güçleniyor ve malına mal, servetine servet katmakla kalmayıp, cevaz verdiklerini de en küçük bir kuralı bile göz etmeden talana ortak ediyorsa...Üstelik yapıp ettiklerinin sorumluluğunu üstlenmek yerine aksine ‘ayıp olanı’ yapmaktan uzak duranları açıktan suçlayıp hedef gösterebiliyorsa...

Çatır çatır kopya çekmekle kalmayıp, kopya çekmediği için düşük not alanı salaklıkla, ders çalışarak iyi not alanı da ineklikle suçlayan, kopyayı yakalayamadığı için üstüne öğretmeni de aşağılayan ve bu kadar zor sormasaydı diye üste çıkan bıçkın öğrenci gibi.

Ayıp olanı yapabilen ve utanma ya da suçluluk duymak bir yana yaptığını gizleme ihtiyacı duymadan bir de böbürlenenin özdeşim modeli olduğu bir rejimin adı da topluma ne getireceği ve neye mal olacağı da belli. Onunla nasıl mücadele edileceği de...