Yaklaşan felaketi ve dünya savaşını önlemek için yeni bir uygarlık inşası gerekiyor. Bunun için öncelikle fosil yakıtlardan hızla uzaklaşmamız ve emperyalist bağımlılık ilişkilerden kopuşun programatik adımlarını tanımlamamız acil bir zorunluluk.

Çok boyutlu bir uygarlık krizinin göstergesi: Enerji
Kuzey Akım Boru Hattı’nda gerçekleşen sızıntı pek çok Avrupa ülkesini paniğe sürükledi.

Mahir Ulutaş

Emperyalist kapitalizmin ana çelişki alanlarından biri olan enerji, sadece ülkemizde değil, tüm dünyada da ana gündem konumunda. Artan enerji fiyatları İngiltere ve Almanya gibi emperyalist merkezleri de vururken ve yükselen enflasyon çalışan sınıfları büyük bir yoksullaşmanın içine doğru iterken, otomotiv başta olmak üzere, kimya, demir çelik, ilaç gibi ana sektörlerde maliyetler hızla artıyor. Bağımlı konumda oldukları Rusya’nın doğalgaz tedarikinde kısıtlamaya ve yer yer kesintiye gitmiş olması, gün geçtikçe sabotaj kaynaklı olduğu daha çok belli olan Kuzey Akım-1 ve Kuzey Akım-2 kullanılabilir olmaktan çıkması, hatta ve hatta Avrupa’nın kendi kendisini sabote edecek şekilde Rus doğalgazına tavan fiyat koyma girişimleri; bu ülkeleri elektrik kesintilerine, ekonomik durgunluğa ve yer yer ciddi tedarik krizlerine açık hale getirirken nükleer ve kömür dahi “yeşil” enerji sınıfına sokulmaya çalışılıyor.


Günümüz emperyalizmi Samir Amin’in parlak tespitiyle hegemonyasını temelde beş alandaki tekeli üzerinden sürdürüyor: Enerji başta olmak üzere doğal kaynaklara erişim, teknoloji, finansal sistem, kitle iletişim teknolojileri ve kitlesel imha araçları. Bugün bir yandan Rusya-Ukrayna savaşı dolayımıyla açığa çıkan petrol ve doğalgaz tedarikinin sürekliliği ile ilgili tartışmalar, yine aynı şekilde küresel finansal sisteme ve bankacılık yapısına karşıt olarak Çin ve Rusya’nın çeşitli girişimleri, diğer yandan özellikle Çin’in yapay zekâ temelli yüksek teknolojilerde göstermiş olduğu atılım ve alternatif kitle iletişim araçları konusundaki ciddiye alınması gereken çabaları; ABD merkezli emperyalist hiyerarşiyi tehdit ve rahatsız eden gelişmeler olarak çıplak gözle dahi görülebilecek noktaya gelmiş durumda. Diğer yandan bu gerçek, Avrupalı liderlerin ABD’nin tehdit ve yönlendirmelerine bu derece açık oluşlarını ve kamuoyuna yansıyan zavallılıklarını da açıklayan bir boyut taşıyor. ABD’nin emperyalist hegemonyasını koruma savaşının ortasında kalan bölge, hegemon bir güce dönüşmek konusundaki büyük yapısal zaaflarını açığa vuracak bir şekilde, bütün tedarik zorlukları ve pahalı fiyatına rağmen, adım adım Rus gazı yerine ABD üretimi kaya gazına yönelmek zorunda kalıyor, yaygın enerji kesintilerini ve kamuoyundan gelen tepkileri göze alarak ABD’nin şantajlarına boyun eğiyor. Mike Davis’in mükemmel tespitiyle “Berlin’deki muhallebi çocuğu koalisyonu, refaha doğru alternatif bir yol bulmak için en hafif tabiriyle yetersiz donanıma sahip. Benzer şekilde Brüksel, Rus tehlikesiyle geçici olarak yeniden canlanmış olsa bile; göç krizini, salgını veya Budapeşte ve Varşova’daki kabadayıları yönetemeyen bir birliğin, başarısız bir süper-devletin başkenti olmaya devam ediyor.” 1

2008 küresel kriziyle beraber tarihsel ömrünü doldurduğu görülen neoliberal birikim rejimi, büyük çaplı şirket kurtarmaların yarattığı suni teneffüse rağmen yeni bir ekonomik genişleme yaratamamışken ve doğanın, kamu kaynaklarının ve temel altyapı hizmetlerinin özelleştirilmesi ve sermayenin talanına açılması dışında başka bir politika öneremeyen egemenler artık emperyalist merkezlerde de işçi ve emekçi sınıfları büyük bir yoksullaşmanın kucağına itmişken, bir de hegemonya savaşlarının Avrupa’nın çeperlerine kadar gelmiş olması kapitalist-emperyalist sistemin krizinin bir uygarlık krizi olarak adlandırılmasının hiç de abartı olmadığını ispatlıyor.

Temel önemde bir soruyla ilerleyelim: AB (özellikle de Almanya) nasıl oluyor da bu kadar büyük oranda Rus doğalgazına bağımlı hale gelebiliyor? Bu sorunun ikili bir cevabı var; öncelikle 1980’li yıllardan bu yana tüm dünyada uygulanan neoliberal özelleştirme ve piyasalaştırma uygulamaları, bu alanları sadece Türkiye’de değil dünyada da sermayenin kısa vadeli kâr hırsına kurban etti. Hâlihazırda dünya çapında bir teknik altyapısı olan, kolay devreye girip çıkılabilen doğalgaz santralları bu ülkelerde de “büyüme için büyüme” deliliğinden mustarip kapitalist işletmeler için ana tercih sebebi oldu. Sermayenin 3-4 yıllık çevrimler halinde kendi kısa vadeli kârını realize etme zorunluluğu kaynaklı körlüğü, sadece bağımlı ülkeleri değil, anlı şanlı Avrupa ülkelerini de kırılganlaştırdı. Globalizasyon; hizmet ve metaların serbest dolaşımının sonsuza dek süreceği yanılsaması, uzun vadeli stratejik plan yapma ihtiyacının altını telafisi mümkün olmayacak derece oydu.

Ancak diğer yandan bu sorunun daha temel düzeyde bir cevabını vermek mümkün. Kapitalizm ilk ortaya çıktığı dönemden bu yana fosil yakıtlara göbekten bağlı bir sistem ve yarattığı tüm çevresel yıkım ve felaketlere rağmen fosil yakıtlardan vazgeçilemiyor. Tek tek kapitalistler yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapabilirler hiç kuşkusuz ama bir bütün olarak kapitalist sistemin fosil yakıtlardan vazgeçmesi çok güç.

Bunun birbirini bütünleyen üç temel sebebi var; her şeyden önce milyonlarca yıllık jeo-kimyasal bir sürecin sonucu olarak depolanmış ve yanma yoluyla kolayca açığa çıkabilecek hidrokarbon formunda büyük bir enerjiyi barındırdığı ve bu nedenle sermayenin genişletilmiş yeniden üretim döngüsüyle “büyüme için büyüme” zorunluluğu içindeki kapitalizm için bu rezervler vazgeçilmez durumda. Dahası tarihsel olarak fosil yakıtlar mümkün kıldığı fabrika formu aracılığıyla emeğin örgütlenmesi ve kontrolü için muazzam bir imkân sağlamıştır ve dağıtık yapılar ve enerji üretimi konusunda inkâr edilemez gelişmeler olsa da, büyük çaplı kitlesel üretim sistem için zorunlu; sermaye bugün de hiç olmadığı kadar merkezi. Son olarak diyebiliriz ki kapitalist uygarlık temelde bir petro-kimya uygarlığı; günlük hayatta kullandığımız pek çok malzeme petrol türevi. Devasa büyüklükteki bu sabit sermayenin tedricen de olsa dönüşümü kapitalist mantık içerisinde çok zor. Bu konuda uzağa gitmeye hiç gerek yok; en büyük enerji tekellerinden biri olan BP’nin 2022 yılında hazırlamış olduğu enerji raporundaki kestirim, hali hazırda yüzde 80’e yakın olan fosil yakıtlara bağlılığın 2050 yılında hızlandırılmış senaryoya göre ancak yüzde 60 civarına düşeceğini öngörüyor.2

Bu arada birbiri ardına çevresel felaketler yaşanıyor; endüstriyel tarım ve hayvancılık insan ve hayvan popülasyonları arasındaki doğal bariyerleri yıkıp salgın hastalıklara yol açıyor; salgınlar, felaketler ve bölgesel savaşlar büyük çaplı göç dalgalarını tetikliyor; dünya savaşı ciddiye alınması gereken bir tehdide dönüşüyor; milliyetçilik ve faşizm toplumsal huzursuzluğu düzen içine örgütlemenin bir aracı olarak yeniden görünür formlara bürünüyor; bir milyar insan temiz su ve gıdadan yoksun bir şekilde günlük işlerde ömür tüketiyor; milyarlar açlık ve yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor ama sermaye makinası işlemeye, tüketmeye, tüm doğal ve kültürel varlığı çiğneyip posasını çıkarmaya devam ediyor.

Sözün özü, artık gelen felaketi ve dünya savaşını önlemek için yeni bir uygarlık inşası gerekiyor. Bunun için öncelikle fosil yakıtlardan hızla uzaklaşmamız ve emperyalist bağımlılık ilişkilerden kopuşun programatik adımlarını tanımlamamız acil bir zorunluluk. Bu, her şeyden önce enerjide hızlı ve yaygın bir kamulaştırmanın beraberinde yatırımların, yenilenebilir kaynaklara, organik tarım, toplutaşıma, kamucu su politikaları, ücretsiz temel halk sağlığı, parasız ve bilimsel bir eğitim, gereksiz veya zararlı endüstrilerin azaltılması veya kapatılması için bir plan anlamına geliyor.

1) https://terrabayt.com/dusunce/muzaffer-thanatos/
2) https://www.bp.com/content/dam/bp/business-sites/en/global/corporate/pdfs/energy-economics/energy-outlook/bp-energy-outlook-2022.pdf