Cuma günü gerçekleşen Neurallink 2020 etkinliğiyle Cyborg’laşma maceramızda yeni bir adım atıldı. Geçmişte bilimkurgu filmlerinde gördüğümüz bir şeyin daha gerçekleşmek üzere olduğunu anladık. Sunumun amacı kafatasımıza yerleştirilen bir çip aracılığıyla beynimizin bazı problemlerine çözüm bulunacağını müjdelemesiydi. Felç, görme, işitme engellleri, depresyon, kronik uyku problemlerinden hafıza kaybına, alzheimer gibi hastalıklara dek birçok kusurun bu yolla çözülmesi söz konusuydu. Teknolojik girişimin sahibi Elon Musk’ın aktardığına göre bütün bu kusurlar birer elektronik hataydı ve beyindeki sinyallerin düzenlenmesi yoluyla düzelebilirdi. Daha önceki sunumda kulak arkasına bağlanıp kablolar yoluyla çalışması öngörülen bu teknoloji, son sunumla birlikte bir bozuk para büyüklüğüne, yani küçük bir kesikle kafatasına yerleştirilecek boyuta kadar inmişti.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda, henüz çok başında olsak da bu teknolojiyle birlikte bizi bekleyen riskler üzerine bir kafa yoralım istiyorum. Çünkü şu aşamada çok çipsiziz, biraz modifiyeye ihtiyacımız var.

DİSTOPYA MI, ÜTOPYA MI?

Yaygın görüşe göre Neuralink teknolojisinin kötüye kullanılması mümkün. İnsanların zihinleri bu yolla ele geçirilebilir ve tıpkı distopya filmlerindeki gibi bir dünya yaratılabilir öngörüsü yaygın. Teknoloji bu hızla gelişecekse bunun imkânsız olduğunu söyleyemeyiz. Ancak teknolojinin geldiğimiz aşamasında da insan makine beraberliğinin zaten bu düzeyde olduğunu inkâr edebilir miyiz? Elimize akıllı telefon geçirince akılsızca işler yapmıyor muyuz? Henüz beynine çip yerleştirilmemiş bireylerin sosyal medyadaki davranışları, örneğin şu sıra çok sık karşılaştığımız sosyal linç kampanyaları çok mu normal? Buna rağmen sosyal medya pek çok sorunun çözümüne de katkıda bulunuyor. Elbette daha önce hiç olmayan sorunlar da yaratıyor. Teknolojiye “Sen artık çok geliştin, bir dur artık diyemeyeceğimize, dışında kalamayacağımıza” göre siyasetlerimizi de örgütlenme biçimlerimizi de farkındalık eşiğimizi de buna göre ayarlamamız şart. Asıl kritik sorumuz; bu teknolojilerin hâkimiyeti şu an kimlerin elinde, bunun yerine kimlerin elinde olmalı?

TIM BERNERS LEE’NİN HAYAL KIRIKLIĞI

Web’in yani kullandığımız internet ağının (web) geliştirilmesine öncülük eden ekipten Tim Berners Lee, ara ara yaptığı konuşmalarda bu konudaki hayal kırıklığından söz ediyor. Çünkü onların asıl hayal ettiği internet ağının temelinde bedava değiş tokuş prensibini genelleştirme vardı. Üç ilkeyle yola çıkmışlardı. Bu sistem pratik olmalıydı, yani bilgisayarlarla ilgili daha önceden bilgisi olmayanlar dahi kullanmalıydı. İkinci olarak her katılımcı eşit oranda yararlanabilecekti. Yani tek bir merkezi ve dağıtım noktası olmamalıydı. Üçüncü olarak da her katılımcı hiperlinkleri kullanarak özgürce gezinecekti, sınırı ve engelleri olmayacaktı. Birinci ilke gerçekleşmiş durumda. Ancak diğer ikisi için aynısını söyleyemeyiz. Onların hayalinin tam aksi biçimde, internet tekelci büyük sosyal medya devleri tarafından ele geçirmiş durumda. Bir ortaknet hayalinin çok uzağındayız. Tekelcilerin kurduğu yapıysa başka bir şey üretiyor. Tim Berners Lee, bunu “İnternet maalesef sahtekârlar ve troller tarafından ele geçirildi” sözleriyle açıklıyor. İnternetin hayatımızı ne kadar kolaylaştırdığının farkındayız ama bir maliyeti var. Eğer farkındalık geliştirmezsek bu maliyet giderek artacak.

Elon Musk, Neuralink teknolojisinin savunusunu buradan kuruyor. “Bu arayüzü yapay zekâyla birleştirerek yapay zekânın kötüye kullanılmasının önüne geçebiliriz” diyor. Ona göre kurtuluş, yapay zekânın kendi başına hareket etmesindense, insanlarla bütünleşik kullanılmasında. İlk bakışta mantıklı ama biraz iyimser görünüyor. Dahası Musk güven vermiyor. (Johnny Deep ile olan magazinsel durumundan bağımsız olarak elbetteJ) Çünkü böylesi teknolojilerin ardında tek bir insan veya şirket olunca kim olursa olsun güvenemeyiz. Yani kof bir teknoloji karşıtlığı yerine teknolojinin sahipliği üzerine düşünmemiz gerekiyor. Teknolojinin insanlığa kattıkları ortada. Durmayacağı da açık. Felçli bir insanı ayağa kaldıracak bir teknolojiye kim itiraz edebilir? Ancak hayranlıktan öte bir bilince ihtiyacımız var. Artificial Intelligence yani Türkçe çevirisiyle Yapay Zekâ kavramını 1956 yılında ilk kez kullanan John McCharty, “Bir şey işlemeye başladıktan sonra artık yapay zekâ olmaktan çıkar” demişti. Görülen o ki, o şey işlemeye çoktan başladı.