Altı siyası parti genel başkanının ortak açıklaması hiç yoktan iyidir. Ancak, bir türlü gerçek özgürlüğü tadamayan, tersine elindekini de yitiren bu çilekeş toplum, muhalefetin bundan çok daha fazlasını yapmasını hak ediyor.

İçeriğe geçmeden önce, altı genel başkanın fotoğrafına bakalım; fotoğraf, Türkiye siyasetinin cinsiyet eşitsizliğini, beş erkek ve bir kadın olarak, kanıtlıyor.
Bu yapısal dengesizliğe, bir diğer dengesizlik eşlik ediyordu: Toplantıda, bu ülkenin sağcı siyasetinin beş çeşidi de yer alıyordu: Milliyetçi muhafazakâr, Türk-İslam Sentezi, liberal, İslamcı ve merkez oradaydı. On yıldan uzunca bir süredir CHP’yi dönüştürerek sağcılaştırmayı tam bir görevli kararlılığıyla yerine getiren CHP genel başkanı da ev sahibi olarak, oradaydı.


Buna karşılık TİP ve SOL Parti başta olmak üzere sosyalist partiler, Meclis’teki üçüncü büyük parti olan HDP, CHP’den giderek ayrılanların oluşturduğu üç parti toplantıda yoktu. AKP iktidarı, 2019 yerel seçimleri öncesinde Abdullah Öcalan ile iletişim kurarken yine geçtiğimiz günlerde de Selahattin Demirtaş’a Öcalan üzerinden yüklenirken altı partinin HDP’yi sürece katamaması bir büyük yetersizliktir. Bu durum, metinde tırnak içinde yapılan “biz” vurgusunun, “katılımcı demokrasi” açısından ne kadar içtenliksiz, eksik ve yetersiz olduğunun kanıtıdır.

BİÇİM DE İÇERİK DE

Kimi çözümlemelerde biçim ve öz biri birinden ayrılamaz. Burada da öyle. Ortak açıklamanın dili ağırlıklı olarak Osmanlıcadır. Örneğin, Mutabakat Metni- yerine Uzlaşma Belgesi; istişare yerine danışma; takdim yerine sunum denilemez miydi?

Sonra, belgede Millet İttifakı’nın adı bile yok. Açıklamanın sonlarında tırnak içinde “Yarının Türkiye’si” denilerek tam bir şark kurnazlığıyla ittifakın adı, üstü kapalı bir biçimde değiştiriliyor.

Açıklamanın imzacılarının onu “tarihsel”, “önemli” olarak birkaç yerde özenle vurgulanması doğrusu gülünç kaçıyor. Bırakın o değerlendirmeyi bugün başkaları, sonrasında da tarih yapsın. Ayrıca, bu ülkenin siyasal tarihini azıcık bilenler bile, 1950’lerin ikinci yarısında CHP öncülüğünde, tüm muhalefetin sonuçsuz kalmış olsa da demokrasi için güç birliği yaptığını da bilir.

“Önemli” açıklamanın içeriği de çok yetersiz. Avrupa Konseyi ve AB normlarından dudak ucuyla söz ediliyor. Ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uyulması anayasal bir zorunluluk olan kararları iktidar tarafından ısrarla hiçe sayılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi-AİHM, ne İstanbul Sözleşmesi ne de AİHM kararlarına uyulmadığı için hapis yatan siyasetçi ve gazetecilere değiniliyor. Dış politikadaki büyük aks kayması, yok sayılıyor. Bunlar gibi açıklamada yalnızca adı büyük harflerle yazılan “Siyasi Etik Kanunu” dışında, pahalılık, işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, YÖK, üniversite, beyin göçü, çok daha önemli olarak, sendikal ve sosyal hakların adı da yok. Kurumların yıkılmış olmasına bile değinilmiyor. Kısaca metinde somut hiçbir şey yok. İktidarın yok ettiği laiklikten bile söz edilemiyor.

Böylece “muhafazakârlar ikna edilmeli” isteği gerçekleştirilmek isteniyor. Metin, “muhafazakâr beyanname” ya da manifesto özelliği kazanıyor. İçerik eksiklerinin sonu gelmiyor. Metinde seçim güvenliğine değinilmiyor; seçim sırasında ekonomiden ve iç ve dış siyasetten doğabilecek “olağanüstü hallerin” üzerinde durulmuyor. Bu ülkede demokrasinin indirgendiği sandığın da, iktidar tarafından havaya uçurulması olasılığı tümüyle göz ardı ediliyor. Tam bir aymazlıkla, yapılacak seçimin “sıradan bir seçim” olacağı varsayılıyor.

YA ZAMANLAMA ANLAYIŞI?

GPS’yi açıklama tarihi olarak, hesabı çoktan kapanmış olmasına karşın 28 Şubat’ın seçilmesi sonradan yapılan açıklamaların da kanıtladığı gibi bilinçlidir.
Ancak, rastlantıya bakın ki tam bir gün sonrası 1 Mart 2003, TBMM’nin, ABD dayatması olan tezkereyi onaylamayarak gücünü gösterebildiği “son örneğin” günüdür. Güçlü parlamento isteniyor ancak, ortak açıklama için 1 Mart’ın seçilmesi akla gelmiyor.

Dahası da var, 28 Şubat’tan çok değil, üç gün sonra 3 Mart (1924) Halifeliğin, kaldırıldığı, Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birliği) Yasasının çıkarıldığı, Şeriye ve Evkaf Bakanlığının kaldırılarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın-DİB kurulduğu gündür. O gün, egemenliğin kaynağının halka ait olduğu, çağdaş eğitim ve hukukun altyapısının oluşturulduğu kutsal dinin siyaset dışı tutulduğu, özetle Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı çok önemli ve gerçekten çok tarihi bir gündür. Bugün, hukukun ayaklar altına alındığı, eğitimin dinselleşme düzlemine savrulduğu, DİB’in ülke yönetiminde her gün yeni kaleler kazandığı, özellikle son yıllarda Halife’liğin yeniden oluşturulmasının iktidara yakın çevrelerde ısrarla vurgulandığı gerçekleri karşısında ortak açıklama için, 28 Şubat yerine 3 Mart seçilemez miydi?

Bu soruları sormak ve gereğini yapmak için Cumhuriyet bilincine ve değerlerine sahip olmak gerekiyor. Metinde böyle bir bilincin kırıntısı yok. Yine de 28 Şubat açıklamasını bekleyelim.

Toplantının gerçek “tarihi” sonucu şudur: Muhalefetteki sağ siyaset, ana muhalefet CHP’nin henüz gövdesini değilse de başını yuttu!