ABD emperyalizminin ve Batı ülkelerinin desteklediği, Türkiye’nin taşeron rolüyle aktif yer aldığı, Suriye’yi parçalayan ve iç savaşa sürükleyen müdahalenin ardından, dünya tam da bu suç ortağı ülkelere doğru yaşanan yoğun bir göç dalgasını ve ardından yaşananları izliyor.

Hatırlanacağı üzere Ortadoğu’da emperyalizmin güncel ihtiyaçlarına uygun, özellikle Tunus ve Mısır’da başlayan rejim karşıtı ayaklanmaları da bastırmayı içeren, bölgeye dönük ABD destekli ılımlı İslamlılaştırılma projesi, bu projenin ürünü ‘çok işlevsel’ çetelerin raydan çıkması eşliğinde çöktü. ‘Kontrollü’ iç savaş tüm dünyayı tehdit edecek kontrolsüz ‘terör’ olaylarına dönüştü. Kuşkusuz bu geri dönen bumerang da en fazla Türkiye’yi sarstı; ABD ve Batı ülkeleri bu saldırıları dışsallaştırabilirken, AKP rejimi nedeniyle Türkiye bu süreci içsel bir olgu* olarak yaşadı. Ve yaşamaya devam ediyor…

Yaklaşık 6 milyonu aşkın Suriyeli’nin evlerini, yurtlarını terk ederek göç etmesi, göç yollarında ölüme terk edilmeleri, gittikleri ülkelerde ekonomik, toplumsal ve sosyal anlamda dışlanmaları, ölümün ardından yoksullukla imtihanları ise bu sürecin bir diğer sonucu. 2000 yılından bu yana ise en az 25 bini aşkın mültecinin Avrupa’ya ulaşmak için çıktıkları yolda can verdikleri biliniyor. UNHCR’ye göre 10 yıl önce dakikada 6 kişinin mülteci konumuna geçtiği ve bugün bu oranın dakikada 24 kişiye ulaştığı dünyada, bu nüfusun artışında en büyük pay Suriyelilerin.

Suriyeli mültecilerin savaşın bedelini Türkiye’de daha ağır yaşaması yine tesadüf değil… Azınlık sayıdaki mültecinin göstermelik kamplarda istismara maruz kaldığı, çoğunluğun yer aldığı kamp-dışında ise en ucuz işgücü olarak kullanıldığı, açlık, dilencilik, kayıt dışı çalıştırma ve çocuk işçiliği gibi en ağır şartlarda yaşamaya itildiği Türkiye, mültecilere can güvenliği bile sağlamaktan yoksun.

Mülteciler üzerinden siyasi çıkarlar ve ihtiraslar

20 mülteciden sadece 1’ine kıtanın kapılarını açmayı kararlaştıran Avrupa Birliği, bugün sayısı 1 milyonu geçmeyen mültecilere ilişkin, göstermelik olarak, insani ihtiyaçların ön plana çıktığı raporlar hazırlıyor. Bu raporları kamuoyuna sunarken eş anlı olarak da kirli pazarlıklarla yeniden zorla yer değiştirttiği insanlardan arda kalan küçücük nüfus üzerinden koca bir kıtayı sağ, ırkçı temelde yeniden tasarlamak istiyor.

Kapitalizmin kirli yüzünü ortaya çıkaran 2008 krizinin ardından özellikle Avrupa’da neoliberalizmin tahakkümüne karşı başlayan direniş dalgalarının merkezinde ekonomik talepler vardı. Bu talepler üzerinden yükselen sol iktidar adayları farklı bir Avrupa tasarımını giderek güçlendirirken; diğer bir yandan güçlenen sağ, ırkçı partiler aynı talepleri birer suçlamaya dönüştüren göçmen, mülteci karşıtı kampanyalarıyla yer aldılar. Sol hareket somut bir mücadele zemini yaratamadıkça geriledi, geriledikçe sağın örgütlediği ‘krizin suçluları göçmenler, mülteciler’ fikri egemen olmaya başladı. Kısaca, yerlerinden edilen ve gittikleri her coğrafyada ayrımcılığa ve zulme uğrayan mülteciler, Avrupa’da sağın merhemi, neoliberal AB projesinin emniyet sibobu oldu.

Peki, şimdiki gündeme göre mültecilere vatandaşlık hakkı vermeyi düşünen Türkiye?

Kısa bir zaman diliminde çalışma yaşamını güvencesizleştiren, işgücünü daha da ucuzlatmaya ve sömürüye daha açık hale getirmeye dönük uygulamaları hayata geçiren AKP, resmi olarak kiralık işçi, taşeron işçi, part-time işçi; gayrı resmi olarak da kayıt-dışı, çocuk işçi vb formlar için kuşkusuz mülteci emeğini gayet işlevli görmekte. Hatta bunu genişleterek Emekli Sandığı Yasa Tasarısı ile mültecileri İŞKUR aracılığıyla uluslararası şirketlere ucuz işgücü olarak kiralamayı da planlıyor.

Ekonomik yönden özür dilemekten medet umacak hale gelecek kadar ciddi bir kıskaca giren AKP, bir yandan mültecilerin ucuz ve güvencesiz işgücünü pazarlamayı aklına koyarken, diğer bir yandan giderek sayıları artan bu nüfus AKP tarafından Sünni-mezhepçi toplum yaratma konusunda önemli birer araç olarak görülüyor. Mültecileri insani yönden toplumsal yaşama entegre etmek yerine AKP, kendi rejimi içerisinde toplumun İslamizasyonu ve gericileştirilmesi gayesi altında mültecileri araçsallaştırıyor, kendi tabanına entegre etmeye çabalıyor.

Büyük resme baktığımızda dünya bugün insani açıdan son derece tehlikeli, gelecek açısından son derece karanlık, özgürlük ve eşitlik açısından da ölümcül bir hatta çekilmek isteniyor. Argümanlar (eşitsizliğin, adaletsizliğin, mutsuzluğun sorumluları mülteciler, göçmenler, yoksullar vb) oluşturuluyor, provoke ediliyor, siyaset ve toplumsal yaşam bu yönde manipüle ediliyor. Kapitalizmin geleceğine ilişkin senaryoların tartışıldığı bu dönemde bu yönden gelen bir parçalama, bölme, yönetme çabasının kapitalizmin kurtarma stratejilerinden bağımsız okunamayacağı ortadadır. Bu çaba kapitalizmin geleceğini tartışırken nasıl karanlık bir senaryodan bahsettiğimizi de gözler önüne sermektedir.

*Yapısal olarak içinde var olan