Moda artık hayatın her alanında. Her ne kadar ‘takip etmiyorum’ ya da ‘moda insanın yakışanı giymesidir’ desek de kazın ayağı öyle değil. Sonuçta tüketim toplumunun vazgeçilmezi bize ne yapmamız, ne giymemiz, ne yiyip ne içmemiz kısaca ne olmamız gerektiğini söylemesi değil mi? ​Peki en erkek egemen yer olan tribünde modadan bahsetmek mümkün mü?

“O zamanlar Beyoğlu’na takım elbisesiz, şapkasız çıkılmazdı” makamından girersek çok çok uzun yıllar önceki tribün fotoğraflarında fötr şapkalı, takım elbiseli abileri görmek mümkün. Tribüne daha rahat gidildiği zamanlar da sanıyorum Beyoğlu’na takım elbiseyle girenlere gülünen zamanlara denk geliyor. Seksenli yıllarda taraftara bakarsak da tribünleri renklere boyamak, giyilen formalarla değil daha ziyade plastik ve kumaş bayraklar, kafaya takılan kâğıt şapkalar, evde örülmüş yün atkılar ile yapılıyordu. İlla takımınızın renginde bir şey giymek isterseniz işportadan forma benzeri bir şey alabilir ya da annenize isilik çıkaracağınız yün bir forma örmesi için yalvarabilirdiniz.

Şimdilerde ise tribünler lisanslı ürünlerin giyildiği bu nedenle de biraz tektipleşen yerler. Öyle ki taraftar grupları koreografilerine ya da günün anlam ve önemine göre taraftara giyeceği şeyi söylüyor. Her sezon yeni forma çıkartan kulüpler ise neredeyse en popüler tekstil markası gibi çalışıyor, zincirleşiyor. Dünyaya da baktığımızda durum pek farklı değil aslında. Ünlü kulüpler mağazalarında sadece forma ile değil hayatın her alanına yayılabilecek ürünlerle taraftarlarının karşısına çıkıyor.

Fakat biraz geri gittiğimizde özellikle dünyada takımlar ve taraftar grupları çok daha renkli tablolar çiziyordu. Mesela takvimler 70’lerin sonlarını gösterdiğinde İngiltere’nin Liverpool şehrinde moda ve futbol garip bir şekilde buluşuyordu. Şehrin takımları Liverpool ve Everton taraftarları sonrasında kült olacak bir akımın öncüsü olup ‘Casual Akımı’nı başlatıyordu. Holiganizmin tırmandığı ve artık polis tarafından neredeyse tanınmaya başlayan azılı taraftarlar kaçmanın yolu olarak ortaya çıkan bu moda kısa sürede hızla yayılacaktı.

Hepimiz yaşamışızdır. Özellikle derbi maçlarında çıkan kargaşalarda polisle karşı karşıya gelmeniz için üzerinizde takımınızın rengini taşımanız yeterli olur. Hatta sırf bu yüzden maç çıkışı montların fermuarları çekilir; formalar pantolon içine itinayla sokulur. İşte tam da bu ihtiyaçtan hareket eden Liverpoollu gençler o dönem çareyi takımlarının renklerini üzerinde taşımamanın ötesinde polisin şüphelenmeyeceği kadar janti giyinmekte buldular. Holiganizmin tırmandığı yıllarda o dönemin fakir Liverpool kentinin casual temsilcileri takımlarını desteklemek üzere gittikleri Avrupa seyahatlerinde ünlü tasarımcıların çoğunluğu çalıntı olan kıyafetlerini alıp kendi tarzlarını yarattılar. Böylece hem kalabalıktan ayrışıyorlar hem de takımlarının renklerini taşımadıkları için polisin ilgisini çekmiyorlardı. O dönem pek kimselerin giymediği garip spor ayakkabılar, polo yakalı spor tişörtleri, garip saç kesimleriyle gayet havalı bir grup oldular. Giderek kültleşen bu akım zaman içinde kendi ürün ve markalarını seçti. Hatta bazı markaların bazı ürünleri sadece bu grup tarafından kullanılır oldu. Fakat pek tabii polis de zaman içinde bu markaları giymiş şık görünümlü taraftarları fark eder olunca günün modasıyla birlikte casual tarzı da değişti.

Günümüzde hâlâ casual akımının yaşayıp yaşamadığı tartışılıyor. Kendi adıma tribünlerde farklılıkları seviyorum. Bu farklılık şubat ayında üstünü çıkartıp maç izleyen taraftar bile olsa. Kulüplerin takıma destek kisvesi altında dayattığı tek tip taraftar yaratma yoluna da sıcak bakamıyorum. Amaç artık polisten kaçmak olmasa da tribünlerdeki renklilik hepimize iyi gelir. Elbette Türkiye tribünlerinden bu tarz bir trend yaratmasını belemek çok iyimser olur. Fakat belki şu dönem kafayı futboldan kaldırıp modaya çevirmek pek de fena fikir olmaz.