Ne çok seveniniz varmış, Seyfi Bey. Hakkınızda konuşan, gidişinizle bir devrin kapandığını söyleyenlerin hepsi, size böyle hitap ediyor: Seyfi Bey. Belki de inceliğinizi, zarafetinizi o suretinizle açığa vurduğunuz için… Hoş Huysuz Virjin’in esprilerinde, azarlarında, insanı yerine oturtan cevaplarında da bir incelik vardır: zekânın inceliği.

Ben de size hep öyle hitap ettim, sizi hep öyle düşündüm. Uzun yıllar önce, Taksim Yeşil’deki Huysuz Virjin şova arkadaşlarım tarafından zorla götürüldüğüm akşamdan beri. “Ben gelmeyeyim” diyordum boyuna. Çünkü şovlarınıza gelenlere nasıl sataştığınızı görmüştüm. Sorular soruyor, cevap alana kadar da peşlerini bırakmıyordunuz. Cevap veremeyeceğimden, azar işiteceğimden, rezil olacağımdan emindim.

Sonunda gittik. Önümdekilerin arkasına saklandım. Halbuki sizden saklanılmazdı. Sahneden aşağı doğru şöyle bir baktınız. Yarı bana, yarı ortaya bir şeyler söylediniz. Ben gözümü kaçırınca da bıraktınız kendi halime. Sıramı savmış olmanın rahatlığıyla ondan sonrasını büyük keyifle seyrettim. Şov bittikten sonra da arka fondaki müzikle dost sohbetine katıldım. Derken sağımdan doğru bir ses “Beğendiniz mi?” dedi. Döndüm baktım, bir an sizi tanıyamadım. Seyfi Bey olmuştunuz. Loş salonda, arkadan gelen ışıkta profilden gördüm sizi. Meğer beni tanımışsınız. Oysa ki karşı karşıya gelip hiç konuşmamıştık. İlk kez sizi izlediğim için merak etmiştiniz, hoşuma gitti mi diye. O günden sonra gözümün önüne hep o halinizle geldiniz. Arkadan vuran ışıkta profilden bir seyircinin fikrini merak eden Seyfi Bey.

Ne güzel sohbet etmiştik. Ne kadar dikkatli, titiz, nazik bir insan olduğunuzu daha sonra öğrenecektim. Ve ne kadar becerikli. Elinizden her iş gelirdi. Hatayı affetmezdiniz ama merhametliydiniz. Tam anlamıyla ‘nev-i şahsına münhasır’ bir insandınız. Açıkçası, sizin gibisi yoktu. Sonra Figen sizinle söyleşiler yapıp kitap hazırlarken onun hayranlığını paylaştım, hikâyelerini dinledim: “Katina’nın Elinde Makası”. Kitap verilen emeği boşa çıkarmamıştı ama, çok severek yaptığınız o programa gelen TV yasağı sizi çok üzmüştü. Sizden ayrı kalmak da bizi, hayranlarınızı.

Bir devir açtınız. Siz gidince o devir de kapandı. Sahnede kimse sizin gibi olamaz. Ama ben gene de, loş ışıklarda, tenhada sessizlikte sizinle oturup dertleşmeyi sahnenin parlak ışıklarına her zaman tercih ederdim. Eh, ne de olsa siz o sahnede oldukça “Ya beni de sigaya çekerse, cevap veremeyeceğim şeyler sorarsa?” endişesi de insanın ta içinde kalıyor. Siz, yukarıda, sahnede kaldıkça hep bir yerlere saklanmak isterdim. Onun için de en iyisi televizyondu. Size konan yasakla kalbinizi kırdıkları televizyon.

Güle güle Seyfi Bey. Görüşmesek bile varlığınız bize kuvvet veriyordu, cesaret veriyordu. Yokluğunuz da koca bir boşluk yaratacak. Duyuyorsunuz değil mi? Sizi çok özleyeceğiz.