Kriz günleri böyledir… Sorunlar derinleşirken çözümler sığlaşır, sorular havada uçuşurken cevaplar anlamsızlaşır. Çünkü olup bitenleri olanca netliğiyle hemen görebilmek mümkün olmuyor....

Kriz günleri böyledir… Sorunlar derinleşirken çözümler sığlaşır, sorular havada uçuşurken cevaplar anlamsızlaşır. Çünkü olup bitenleri olanca netliğiyle hemen görebilmek mümkün olmuyor. Çözümleri kurgulayabilmek için sorunların yer aldığı alanı genişletmek gerekir ve bunun için, “büyük fotoğrafa bakmak lazım” denilir. Haldeki durumda büyük fotoğraf her an karşımızda, işte ekranlarda ve manşetlerde. Türkiye’nin kaderi de (yine!) dünyadaki ve bölgedeki gelişmelere sımsıkı bağlı. Üstelik dünya da giderek Türkiye’ye benziyor!

“Yeni dünya düzeni” daha yirmi yıl dolmadan eskidi mi? Küreselleşmeye ne oluyor?

Kafkasya’da son olup bitenler bir işaret fişeğiydi; burada, siyasi ve askeri alanda Amerikan imparatorluğunun artık her istediğini yaptırmaya muktedir olamadığı anlaşıldı. Mesela Rusya, ciddi ciddi iki kutuplu dünyadan söz etmeye başladı. Hemen ardından patlak veren küresel ekonomik kriz de, küreselleşmede tek kutuplu halin sonunun başlangıcı sayıldı. Tablo ortada: Herkes başının çaresine bakıyor… Dünyanın müesses nizamı çatırdıyor.

Peki Türkiye’de de müesses nizam yeniden mi tanzim ediliyor, yani kurulu düzen yeniden mi düzenleniyor? Dünyadaki son ekonomik ve siyasi gelişmeler bu düzenlemeyi nasıl etkileyecek? Mesela Ergenekon  davasının bu düzenlemede bir dönüm noktası olduğu üzerine çok yazıldı, söylendi.  Bu dava elbette çok önemli, ama öyle anlaşılıyor ki, bu imkân dahi, iddianamesi ve soruşturmanın yürütülüş tarzı yüzünden taammüden sulandırılıyor, başta Hrant’ın katilleri olmak üzere asli failleri adeta önemsizleştiriliyor ve sadece müesses nizamın yeniden tanziminde bir vesile olmakla sınırlandırılıyor.

Türban ve AKP davası da, müesses nizama (bunun eski sahipleri indinde) bir emrivakiyle katılmış ve artık tasfiyesi de zor gözüken unsurlar için adeta bir kırmızı çizgi sayılmıyor mu? Ama siyasette de, hayatta da kırmızı çizgiler bir süre sonra soluyor. İşte bu konuda en taze örnek Kuzey Irak konusundaki yerleşik kırmızı çizgiler, bunlar da morardı gitti. Kürt meselesi, bugüne dek askerin siyasete müdahalesi için meşru bir dolayım olarak gösterilmişti. “Sırf bu nedenle, asker bu meselenin çözülmesini istemez” deniyordu. Peki ama çözüm, şu ya da bu biçimde demokratik ve sivil düzlemde yer alıyorsa eğer, engelin sadece askerin dayatması olduğu söylenebilir mi? Verili koşullarda herhangi bir siyasi iktidar, paradoksal bir şekilde, kendi ‘demokrasisi’ için demokratik bir çözümden uzak kalmaya adeta mecbur: Çünkü çözüm için attığı her adımda kendi seçmeni karşısında aciz görüneceği için, PKK’ye taviz vermiş sayılacağı, “şehit kanlarını yerde bırakmış olacağı” için ve bu yüzden oy kaybına uğrayacağı korkusuyla ve kendi demokrasisi (!) uğruna demokratik çözümlere yanaşamıyor ve çözümsüzlüğün faturasının askere çıkarılması işine geliyor. Yani meselenin bu boyutu da önemli.

Önümüzdeki dönemde neler olacağının ipuçları aslında belirmeye başladı. Kürt sorunu dolayımında ve Amerika moderatörlüğünde askeriye ile hükümet arasında bir mutabakat, Kuzey Irak ile temaslarda yeni alternatiflerin yaratılması… Bunlar yanı sıra, ABD başkanlık seçimleri sonrasına ertelenen adımların atılmasının ve  bizde yerel seçimlerin şimdiden bilinen sonuçlarının (yani AKP’nin yeniden zaferinin) yaratacağı yeni etkiler de belirleyici olacak… Elbette hiç de teğet geçmeyen, bir hançer gibi saplanacak olan küresel krizin doğuracağı boğucu hava… Üstelik her aktör bu havayı kendi lehine çevirmek için koşulları kanırtacak gibi görünüyor. Çünkü bir yanda işsizler ve öbür yanda körüklenen iç savaş… Ki, işsizlerin, açların birbirine kırdırılması denli feci bir şey düşünülemez.

İşte böyle… “Sorunlar derinleştikçe, çözümler sığlaşır” demiştim ya… Bu, belki ‘basitleşir’ demektir. Mutlaka ‘zahmetsiz’ değil fakat ‘çok açık seçik hale gelme’ anlamında basitleşebilir. Başarının sırrı da belki buradadır, önce bu türden basit çözümleri bulmak lazımdır. Bizim Doğan Tılıç cumartesi günü BirGün okur toplantısı için Mersin’deydi. Yazdıklarını burada da ikna edici biçimde tekrarladı: “Gün, sol bir atmosfer yaratmak günüdür,” dedi. İşte bu kadar ‘basit’! Çünkü önümüzdeki günlerde bu görevi yerine getirecek bir iklim de ortaya çıkıyor. Solun yeniden yeşerebileceği bir iklim. Ama bu iklimde armut pişip ağzımıza düşmeyecek. 1930’lar Almanya’sında bu armudu Naziler yemişti ve Hitler’i diktatör yapmıştı. Aman ha!