Kısaca, 27 Mayıs affı olarak adlandırılan yasa önerisi görüşmelerinde dile getirdiğim üzere, darbelere, kırılma ve kopuşlara karşın Türkiye hiç hükümetsiz kalmadı. Ne var ki, 15 Temmuz darbe girişimi önlendiği halde, 16 Nisan 2017’de bu kez bir “anayasal darbe” yoluyla hükümet ilga edildi. Kurul veya kurullar yoluyla, yani siyasal karar mekanizmaları işletilerek yönetim yerine, bütün yürütme yetkileri, tek kişide toplandı. Birden çok kişinin ülkeyi birlikte yönetmek yerine yürütme görev ve yetkisini üstlenen kişi bir çok unvanla donatıldı.

Anayasal başlıca unvanlar: Devletin başı, Devlet başkanı, Cumhurbaşkanı, Başkomutan.

Anayasa dışı başlıca unvanlar: parti genel başkanlığı, CBK ile oluşturulan 9 kurular başkanlığı, varlık fonu başkanlığı vd.

Tarihimizde ilk kez, Devlet yönetimine ilişkin yetkiler, kümülatif olarak bir kişide toplandı.

Aynı kişi, kamu tüzelkişiliği şeklinde örgütlenen baroların ve yönetiminin çoklu olmasını istiyor.

Konuyu iki açıdan ele alabiliriz: nedeni (siyasal) ve olabilirliği (anayasal).

NEDEN İSTİYOR?

Tetikleyici neden veya itici güç: Diyanet işleri Başkanı (DİB) konuşmasına Ankara Barosunca bir bildiri ile gösterilen tepki.

Ana neden şöyle özetlenebilir: Tek kişi olarak üstlendiği yürütme görevi ve parti genel başkanlığı, kendisine, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Anayasa yerine “talimat”la yönetme yolunu açtı.

Bütünüyle hakim olduğu yürütme dışında, yasamaya da talimat veriyor partisi aracılığıyla. Nitekim, baroların bölünmesi amacıyla yasal düzenleme için talimat verdiğini kendisi ifade etti.

Yargı açısından; yargıç ve savcılar üzerinde sallandırdığı YSK kılıcı dışında, genel yıldırı ve baskı ortamının yarattığı olumsuz koşullarda verilen ve düşünce suçu yaratan kararlar, adil yargılanma hakkını yadsıyan siyasal kararlar şeklinde.

Yasama ve yargı ötesinde, başta üniversiteler, Merkez Bankasından Kamu İhalesi Kurumuna, hemen bütün kurumların özerkliği ve uzmanlığı kaldırıldı.

Seçimle belirlenen yerel yöneticiler, eğer Cumhur İttifakı dışında iseler, Belediye Başkanlarına uygulanan Anayasa dışı yaptırımlar giderek yoğunlaşıyor.

Çok unvanlı tek kişinin güdüleyemediği tek anayasal kurum, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları (KKNMK). Bunların başında ise, barolar gelmekte.

Adil yargılanma hakkı için gerekli olan sav+savunma+hüküm üçlüsünün ikisini etkileyebilen kişi, orta direği de kırmak istiyor.

Bunu “başarabilir” ise, yönetemediği, denetleyemediği ve güdümleyeemediği bir anayasal kurum kalmayacak.

ANAYASA KAPALI

İstek, ne ölçüde gerçekleştirilebilir?

Anayasa md.135’e göre, KKNMK, “KAMU TÜZELKİŞİLERİDİR”.

Şu halde, meslek kuruluşu olan barolar, “kamu kurumu” ve “kamu tüzelkişileri”dir.

Bu anayasal niteleme ve statü belirleyici: öncelikle, kamu tüzelkişiliğinin tekliği ilkesi vurgulanmalı. Aynı konu, yer ve adla birden çok kamu tüzelkişiliği kurulamaz. Örneğin, TBMM kamu tüzelkişiliği olarak tektir ve onunla yarışan bir ikincisi kurulamaz. Benzer şekilde, Ankara Barosu, tek olup, Ankara’da 2. baro kurmaya anayasal olanak yok.

Kamusal yetkinin tekelci özelliği, aynı yerde aynı işlemi bir başka organca paylaşma olanağını ortadan kaldırır.

Özetle, Anayasa madde 135, çoklu baroya tamamen kapalı.

AMAÇ, TEK BİÇİMLİ TOPLUM MU?

Anayasa’ya aykırı girişimde ısrar, “anayasasızlaştırma” iradesinin sürekliliği olarak görülse de, ulaşılmak istenen hedef bakımından demokrasi ve hukuk ikinci plana geçiyor. Hedef, “tek biçimli toplum” inşası. Her türlü olağanüstü ve olağandışı ortam ve koşula karşın, geri adım bir yana kararlı adımların yönü belli: çoğulcu toplumu ortadan kaldırıp, tek biçimli topluma dönüştürmek.

Böyle bir toplumun rengi belli: “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalma ve milletçe dayanışma ve bütünleşme” anayasal görev (md.136) dışında ve tam tersi bir amaçla söylem ve eylem kararlılığı sergileyen DİB’i sahiplenmek.