Soru şuydu: 1967 tarihli Pakistan vampir filmi ‘Zinda Laash/Zinde Leş/Yaşayan Ölü’de niçin Pakistan’a dair göstergelerle karşılaşamıyoruz? Buradaki beklenti, Endonezya filmi ‘Mystics in Bali’de...

Soru şuydu: 1967 tarihli Pakistan vampir filmi ‘Zinda Laash/Zinde Leş/Yaşayan Ölü’de niçin Pakistan’a dair göstergelerle karşılaşamıyoruz? Buradaki beklenti, Endonezya filmi ‘Mystics in Bali’de örneklediğim haliyle, yabancı kökenli bir hikâyenin, hele bir korku hikâyesinin içe aktarılırken yaşadığı kültürel imge dönüşümünü görebilmektir; ülkenin popüler kültür öğeleri kitle kültürü öğeleriyle kaynaşırken ortaya yerel motiflerle bezenmiş yeni bir anlatı yapısı çıkar. Bu beklentiyi karşılama konusunda verilebilecek sayısız örnek var, 1953 tarihli Türkiye yapımı “Drakula İstanbul’da” gibi... Sosyo-kültürel dokuyu yansıtan kent manzaralarından genel toplumsal alışkanlıklara ve inançlara kadar birçok detayla karşılaştığımız filmin en çarpıcı sahnelerinden biri şöyle gelişir: Filmin esas oğlanı Azmi, Romanya’da kaldığı otelin çalışanlarıyla Kont Drakula hakkında konuşurken, hiç kimsenin Drakula’nın arazisine gitmek istemediğini görür. Herkes orada kötü bir şeyler olduğunu söylemektedir. Bunun üzerine Azmi, orijinal öyküdeki haça denk düşürülen bir obje, bir tesbih çıkarır ve “Ben Allah’ıma inanıyorum” der. Evet, komik ama Drakula dediğiniz adam da İstanbul’da ancak böyle karşılanır, değil mi?!

Oysa, Pakistan sinemasının hem dünya çapında iyi bilinen hem de bir ayetle başlayacak kadar dönüşmüş gibi görünen örneği ‘Zinde Leş’, aktarıldığı ülkeye dair önemli sosyal göstergelerden titizlikle arındırılmış gibi görünüyor. Hatta sesini kısıp izleseniz rahatlıkla Hammer stüdyolarında çekilmiş bir Roger Corman filmi olduğunu bile düşünebilirsiniz. Peki neden? Bana öyle geliyor ki tarihsel boyutta Kazıklı Voyvoda ile sosyolojik boyutta ise işçi ve köylünün kanını emen sınıflarla örtüştürülen Drakula karakterinin ‘ölümsüzlüğü arayan bir bilim insanı’na dönüştüğü bu filme dair asıl sorgulanması gereken, çekilmesinden 10 yıl sonra son derece açık bir ABD desteğiyle yaşanan darbeyle arasındaki sosyo-kültürel diyalektik ilişkidir; Pakistan’ın modernleşme ve küreselleşme olgusuyla ilişkisi...

Şimdi... Burada, Gillette firmasının yöneticisi Alfred M. Zeien’in “Yabancı ülkeleri hiç de yabancı bulmuyorum” şeklindeki sözünden hareketle bu kavrama dair yaşanan kargaşaya değinip, küreselleşmeyi ‘enternasyonalizm’le karşılaştıracak kadar saf ya da ‘taraf’lı birilerine çatacaktım. Ama aşağıdaki küreselleşme örneğinin şimdilik yeterli olacağına inanıyorum:

ABD ordusunun Psikolojik Operasyonlar birimiyle Irak’taki El Kaim bölgesinde bulunan Newsweek muhabiri Adam Piore, 2003 yılının sonlarına doğru bir gece ilginç bir olaya tanıklık etti. Karargâhın yakınlarındaki tren istasyonunun arkasına doğru yürüyordu. Iraklı mahkûmlar için hücre olarak kullanılan konteynırlara yaklaşırken, oldukça yüksek sesle çalınan bir müzik duydu. Adam’ın duyduğu şarkı, konteynırın içindeki Iraklı direnişçilere, o çelik duvarları sarsarak yankılanacak bir yükseklikte dinletilen Metallica parçası ‘Enter Sandman’di. Şarkı eşliğinde konteynırın içinde bulunan çok parlak bir ışığı sürekli yakıp söndüren genç asker, Adam’a oradan uzaklaşmasını söyledi. Adam uzaklaştı ama gitmedi, konteynırın içindekilere dinletilen müziklerin neler olduğunu tesbit edecek kadar turladı. Bu turlama sırasında şaşırtıcı ve ürkütücü bir şey fark etti. Sıradaki şarkıların önemli bir kısmı, büyük olasılıkla Iraklı çocukların da iyi bildiği ‘Susam Sokağı’ programındandı.

Adam bu olayı, hikâyeyi ‘The Men Who Stare at Goats’ adlı kitabında anlatacak olan belgeselci Jon Ronson’la paylaştı. Ronson, Susam Sokağı’nın müziklerini yapan Christopher Cerf’e konuyu aktardığı zaman Christopher şöyle ilginç bir açıklamada bulundu: “Susam Sokağı çalışmamız şöyleydi: Eğitimciler bu şarkıların işe yarayıp yaramadığını, çocukların öğrenip öğrenmediğini kontrol ediyorlardı. Bir seferinde benden ‘bir dağın ne olduğu’nu anlatan bir şarkı istediler. Şöyle aptalca sözleri vardı: ‘Um pa, pa! Um pa, pa! Das is bir dağ!’ Neyse, çocukların yüzde 45’i bu şarkıyı dinlemeden önce bir dağın ne olduğunu biliyordu, şarkıyı dinledikten sonraysa, sadece yüzde 26’sı biliyordu bir dağın ne olduğunu... Sonra, yazdığım şarkılarla belki insanların zihinlerindeki bilgileri emme gücüm olduğunu ve bunun beyin yıkama tekniklerinde CIA için epey kullanışlı olabileceğini fark ettim.” Ronson’ın anlattığına göre, bu konuşmanın ardından Christopher, BMI firmasından bir avukatla ve Susam Sokağı’nın müzik danışmanı Dany Epstein’la, ABD ordusunun Irak’taki konteynırlarda kullandığı müzik için Iraklı mahkûm sayısı üzerinden para alıp alamayacaklarını konuştular. Sonuçta, ‘teröre karşı savaş’an ordudan para almalarının kamuoyunda hoş karşılanmayacağını düşünerek vazgeçtiler.

Neyse, biz kan emici ‘Zinde Leş’ten bahsediyorduk, değil mi?...