Gelişmeleri takip etmişsinizdir belki: Geçen hafta TRT Haber kanalında yayınlanan Ayrıntı adlı program için benimle yapılan bir röportaj,

Gelişmeleri takip etmişsinizdir belki: Geçen hafta TRT Haber kanalında yayınlanan Ayrıntı adlı program için benimle yapılan bir röportaj, ‘programda röportaj kullanma’ mantığının çok dışında bir şekilde kullanılmış, ben de bu durumu sineye çekemediğim için 18 Ağustos tarihli BirGün’de yayımlanan TRT’ye ‘evet mezesi’ olmak… başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazı aynı gün içinde birçok internet sitesinde haber haline getirilerek sunuldu. Doğrusunu isterseniz olayın bu kadar büyüyeceğini sanmıyordum. Benim derdim, 15 Ağustos Pazar günü Ayrıntı programını izlerken düşündüklerimi ve hissettiklerimi paylaşmak, biraz da ‘demokrasi’, ‘çoğulculuk’, ‘çokseslilik’ gibi kavramların içlerinin nasıl ve ne kadar kolayca boşaltıldığını göstermekti.
Öncelikle şunu belirteyim, sansasyonsever haber sitelerinin söylediği şekilde bir ‘TRT oyunu’na geldiğimi -“Uğur Kutay köşesinden TRT’nin programcıları tarafından oyuna getirildiğini ileri sürdü”- düşünmüyorum. Bu olayda kurum olarak TRT’nin ya da program yapımcılarının bilinçli bir tuzağı falan da söz konusu değil. Burada başka bir şey var, beni endişelendiren daha derin ve daha tehlikeli bir şey: Kamu yayıncılığını çoktan bırakmış bir kanal olan TRT’yi programcılık açısından değil de ‘yakın çevre’ kontenjanından dolduran bu yeni kadrolar, yaptıkları program boyunca dile getirilen görüşlerin karşıtı bir düşünceyi birkaç dakikalık röportajlar halinde sununca ‘çoksesli’ ve ‘demokrat’ olduklarını sanıyor, işte asıl ürkütücü olan bu! TV yayıncılığında, birden fazla görüşün dile getirileceği tartışma programlarında sunucunun karşıt görüşlere olabildiğince eşit biçimde yer vermesine ve konuklarına adil davranmasına yönelik etik kodlar vardır. Artık konuşulması bile ayıp sayılacak böyle temel etik gereklilikleri bile yerine getiremeyen insanların kendilerini ‘demokrat’ saydığı ve sandığı çok feci bir zihinsel ortam bu… Hem de bunlar okumuş çocuklar yahu!
‘Okumuş çocuklar’ demişken… Öğretmen adayları iyi kötü bir pedagojik formasyondan geçmek zorunda, biliyorsunuz. Çok kısa sürede kolayca geniş kitlelere ulaşabilen TV gibi bir ‘medium’un daha sağlıklı kullanılabilmesi için bazen TV programcılarının da böyle bir formasyondan, bir tür ‘hizmet içi eğitim’den geçmeleri gerektiğini düşünüyorum. Yolu TRT’nin önünden geçen her ‘fikirdaş’ın TV programı yapabildiği verili yayıncılık sisteminde epey uçuk bir düşünce bu tabii… Ne yani, şimdi Ayrıntıcılar, ellerinde canlarının istediği gibi konuşabildikleri bir program varken, “Sözde değil özde demokrat bir program nasıl yapılır?” sorusuna mı takılacaklar?!
TV programcılığına yönelik dersler verdiğim yıllarda öğrencilere bir TV programının ne denli özenle tasarlanması gereken bir ‘yapı’ olduğunu gösterebilmek için önce ellerine bir form tutuşturur, kurgulayacakları TV programını bu form üzerinden tanıtmalarını isterdim. “Programın adı/… içeriği/… amacı/… hedef kitlesi/… yöntemi/… yayın periyodu/… yayın saati/… akışı/… mekânları/… sunucusu vs…” gibi detaylı başlıklar içeren bu form, programı oluşturacak unsurların birbiriyle diyalektik bir bağ içerip içermediğini, yapısal bir tutarlılık sergileyip sergilemediğini görmemizi sağlıyordu. Bu sayede gerçekçi bir bütçe çıkarabilir, programın biçim ve içeriğine hâkim olabilir, seyirciye başlangıç jeneriğinden bitiş jeneriğine kadar her yönden tutarlı ve sağlam bir yapı sunabilirdik. “Programı hangi ünlü sunacak?” basitliğinden değil, ‘program stüdyoda mı yoksa dış mekânda mı yapılacak’, ‘kimler tarafından nasıl sunulacak’, ‘konuk olacak mı’, ‘aktüel çekimler (sokak çekimleri, röportajlar vs) kullanılacak mı, kullanılacaksa bunların zamansal oranları hangi mantıkla ve ne kadar olacak’, ‘stüdyonun fiziksel/sanatsal düzenlemesi nasıl olacak’ gibi onlarca unsurdan oluşan bir program mimarisinden söz ediyoruz. Devasa bir yayın kuruluşu olan TRT’de de bu tür formlar, hatta belki daha da ayrıntılı formlar bulunduğuna eminim. Fakat ne yazık ki o formların iktidar ve hâkim ideolojik yapı nedeniyle doldurulmadığına ya da göstermelik biçimde doldurulduğuna da eminim; mimarlar değil müteahhitler işbaşında…
Tabii bu mimari meselesi işin sadece bir kısmı; evvela program yapımcılarına ‘demokrasi’ ve ‘çokseslilik’ gibi kavramların tam olarak ne anlama geldiğini, programda neler yapılırsa bu sözcüklerin içi boşaltılmış kavramlar değil de olgular olarak vücut bulabileceğini öğretmek gerekiyor. Ama, önce bunun eksikliğini hissetmeleri gerektiğine göre… Boş verin, galiba en iyisi TV’yi kapatmak!