Çölleştirme sadece ormanları yakmakla olmuyor. Asıl çölleştirme toplumsal yapıda insanları yakarak gerçekleştiriliyor.

Ülke uzunca bir süredir, kimi iniş çıkışları olsa da son yıllarda çok hızlanan nitelikli insan eksenli bir çölleşme süreci yaşıyor.

Çölleşme birikimlidir. Çölleşmeye gidişler ve çölleşme nedenleri birbirini besler; sonuçta toplum düşünen ve üreten canlılarını ve buradan kendi canlılığını yitirir.


Çöl olmaktan çıkış hiç de yanan ormanlara ağaç dikmek türü göreli kolay sayılabilecek eylemlerle sağlanamıyor. Çünkü insan yetiştirmek hiç de kolay değil; sorunun çok önemli bir niteliksel yönü var.

Türkiye, yıllardır bu çok acı ama gerçek durumla karşı karşıyadır.

12 MART SONRASINDA BAŞLADI

Dün 12 Mart, ülkede çok karanlık bir dönemin başlangıç günüydü.

Türkiye’nin, düzenli bir biçimde nitelikli insanlarını yitirerek çölleştirilmesi, bundan tam 51 önce, 12 Mart 1971’de yapılan faşist darbe ile başladı.
ABD’nin haşhaş yasağı dayatmasında somutlaşan askeri, ekonomik ve ideolojik baskıcı istekleri asker sivil karışımı bir darbeye yol açtı. Sonrasında, solcu örgütlerin silinmesi, hapisleri, işkenceleri, öldürmeleri ve idamlarıyla kitlesel olarak solcu avcılığının uygulamaya konulması başladı. Yıkım, yapılan anayasa değişiklikleri ve diğer yasal düzenlemelerle, yargının bağımsızlığını, üniversitenin özerkliğini, basının ve sendikanın özgürlüğünü yitirmesi, toplantı ve gösteri özgürlüklerinin sınırlandırılması ile sürdürüldü ve tüm bunlar yine ABD’nin isteğiyle 12 Eylül 1980 ile çok daha yıkıcı noktalara taşınarak tamamlandı. Nitelikli insan düşmanlığının bir sonucu olarak; tutuklama, işkence ve öldürme işlemleri yoğunlaştı; partiler, sendikalar dernekler kapatılarak örgütlü toplum yok edildi.

Türkiye’nin siyasetinin aşırı sağı, 12’ler ortamında ABD ve Suudi Arabistan’ın parasal desteği ile o yıllarda palazlandı. İzleyen yıllarda siyasal İslamcılık değişik biçimleriyle öne çıktı; ülke siyasetini biçimlendirmeye başladı.

12’lerin faşizmi bu ülkeyi çölleştirdi; çok sayıda yazar, düşünür, müzisyen, bilim insanı, araştırmacı ve uzman işlerinden kovuldu ve pek çoğu bu ülkeyi terk etti.

Toplum bir bütün olarak beynine büyük darbe aldı; iyice sersemledi. Daha özelde üniversite çöktü; ülke ekonomisi büyük bir nitelikli işgücü kaybına uğradı. Bununla da kalınmadı, eğitimin her basamağının bilimsellikten uzaklaştırılması uygulaması başladı; niteliğin kaynağına da büyük zararlar verildi.

Niteliklilerin ülkeyi terk ettiği, niteliksizlerin güçlendikçe güçlendiği, uzun alacakaranlıklarla dolu bir dönem başladı. Hemen hiçbirine açıklık kazandırılmayan, yer yer devlet-mafya bağlantılı, karanlık kitlesel ve bireysel katliamlar biri birini izledi. Bugünlere böyle gelindi.

BİLİŞİM DEVRİMİ ISKALANDI

Türkiye o tarihlerde ve sonrasında, sürüklendiği karanlık yolda nitelikli işgücünü birikimli olarak yitirirken, dünyanın önde gelen ülkelerinde nitelikli işgücüne dayalı bir devrim gerçekleştiriliyordu. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak, bilgisayar ve internet ekseninde bilişim ve iletişim devrimi dönemine giriliyordu.

Nitelikli işgücünü, daha doğrusu beynini ve bilincini, 12 Mart ve 12 Eylül ile büyük ölçüde yitirmiş olan Türkiye, ilk özelleştirmeyi 1984’te TELETAŞ’ın satışıyla yaptı. Böylece o büyük teknolojik gelişmelerin birçoğunun gerisinde ve izleyicisi olmak durumunda kaldı; üretici olabilecekken tüketici oldu. AKP iktidarının, 2005’te ne kadar yanlış olduğu her gün kamuoyuna yansıyan Türk Telekom’u özelleştirmesi büyük parasal kayıplarının yanında asıl bilişim ve iletişim yıkımıyla dikkat çekiyor.

Türkiye, küreselleşmenin altyapısı olan bilişim teknolojisi devrimine etkin bir biçimde ve üretici olarak katılabilecekten, o yarıştan koptu.

GİDİYORLARSA GİTSİNLER ÖYLE Mİ?

Cumhurbaşkanı Erdoğan hafta içinde salı günü doktorlar için “Aldıkları parayı beğenmiyorlarmış; gidiyorlarsa gitsinler” dedi.

Gidiyorlarsa gitsinler demek kolay; giden, kazanılması hiç de kolay olmayan yılların emeğidir; deneyimi ve birikimidir; birey, aile ve toplum için büyük kayıptır. Devlet, asla onaylanamaz, acımasız bir tutumla işe almalarda, nitelikliyi değil, niteliksizi seçiyor ve alıyor. Sonuçta, devlet bürokrasisi, basın-yayın ve üniversite başta olmak üzere, tüm mal ve hizmet üretim kesimlerinde ürkütücü bir çölleşme yaşanıyor. Üretimsizlik ve yoksullaşma artıyor.

Kamuoyu araştırmaları, bu ülkenin gençlerinin yüzde 70 dolayında bir bölümünün yurt dışına gitmek istediklerini kanıtlıyor. Ancak bu nitelik kaybı da iktidarın umurunda değil, tam tersine.

Çok açıktır ki, yarım asırdır ve giderek artan oranda bu ülkenin niteliksizi nitelikliyi eziyor, yok ediyor ya da yurtdışına gitmek zorunda bırakıyor; olmazsa gönderiyor. İnadına ülkede kalan ve durumu görenler de Şair Şinasi’nin: Bed-baht ona dirler ki elinde cühelânun

Kahrolmak için kesb-i kemâl ü hüner eyler.(Bed-baht diye o kimseye derler ki, cahillerin elinde kahrolmak için olgunluk ve hüner kazanır) dizelerinde dediği gibi niteliksizlerin elinde kahrolurcasına üzüntü çekiyor.

Toplumun nitelik çölleşmesi her gün genişleyerek sürüyor. Bu çölleşmenin yok edici sonucunun neden olduğu büyük toplumsal, ekonomik, bilimsel ve kültürel kayıplar ölçülemez, hiçbir ölçüye sığmaz.