Ozan Çınar, üzerine toplumun kurulduğu her türlü kavramı aşağılayıp, saçmalığını göz önüne sermekten çekinmiyor. Söyleşilerinde de dikkat çekiyor bu gözü karalık

Çorap ayaktan önce  yok muydu?

BÜŞRA AKOVA

-Yine bir kitapla kavga halindeyim. Büyük laflar etmenin yanlışlığına da vurgu yapan bir sürü büyük laf barındırıyor bu kitap. Önemsiz duran, sade demenin bile abartı sayılabileceği cümlelerle, o cümlelerin işaret ettikleri kavramlarla ve o kavramların içimde uyandırdığı hislerle debeleniyorum. Hepsine bir cevabım var. Muhatabım yok.
-Yani çok sevdin. Ama ne sevdiysen senden uzağa düşüyor, en azından pratikte. Kavga da oradan çıkıyor sanırım.
-Ne sevsem benden uzağa düşmüyor. Hepsi değil. Genelleme yapmam zor. Öyküler hakkında ayrı ayrı yorum yapmayı tercih ederim.
-Bu süper olur. Koca bir kitapla boğuşmaktansa minik öykülere sataşmak daha kolay.
-Kolaya kaçmaya çalışmıyorum. Olayı bana çevirme. Yazara/kitaba hakkını vermeye çalışıyorum.
-Tamam o zaman şu büyük laflardan başlayalım. Sen seversin aslında bencesiz yargı cümlelerini. Nedir Ozan Çınar’ın kullanımında rahatsız olduğun?
-Rahatsızlık da değil. Hak verme imkanını bulamama. Hepsini topladığımızda öyle bir noktaya geliniyor ki o noktada yaşamı sürdürmenin yolu kalmıyor. Ya da yazınca çok vurucu bir gerçek gibi duran fakat üstüne biraz değillemek odaklı düşününce istisna olduğunu fark ettiğim durumlar var.
-Misal?
- Şairin Önderliğinde Bir Soygun öyküsünde şöyle diyor kendinden bahseden anlatıcı:

“Ben” böyle büyük konuşmayı sevmez. Adamın birinin aletini avuçlamak zorunda kaldıysan çocukken ya da annenin kıçını yıkayarak girdiysen on sekizine, vazgeçersin büyük konuşmaktan.
Annesinin kıçını yıkamış olsa da büyük konuşmayı bırakmayabilir insanlar. Dramlar sessizleştirmez her yaşayanı ya da tüm insanlıktan nefret ettirmez. Belki kendinden ve belki o dramı birlikte yaşadığı insandan nefret ettirir. Bu kendi gözünde değersizleşme de türlü arızalara yol açar. Erdemden nasibini almamış arızalara. Herkes bir şeyler yaşar sevgili soygun mühendisi. Yine de büyük konuştukları olur, takdir bekledikleri ve insanlardan keyif almaya devam ettikleri. Yol hiç bitmeyecekmiş gibi…
-Fakat burada büyük konuşmaktan vazgeçmek erdemle ilişkilendirilmiş bir durum değil.
-Haklı olabilirsin. Kullanılan bir yaklaşım bu ama. Kayığımı alıntıya bağlayıp o sularda gezdim biraz. Yoksa yazarın kastını tastamam bilmek zor. Bir kaşık bile hepimize aynı kaşık değil, okuyoruz bunları psikanalizcilerden. Bir sürü seminere gittik, şov yaptırma bana. Zaten zor tutuyorum içimdeki analizciyi.
-Tutma bırak çıksın. Bir şeyi yapmamak için daha çok şey yapıyoruz yazmış Ozan Çınar. Termodinamik ya da Rifkin’in Entropi kitabını okumuş herkes bilir bunu. Fiziksel kuramlar edebiyatta birçok durumu izah etmeyi kolaylaştırabiliyor.
-Evet. Ozan Çınar seviyor fen bilimlerini ve çok eğlenceli iliştiriyor yazısına. Yerli yerinde ve hafif bir dozda. Değillesen değillersin tabii de eğlenceyi bozasın gelmiyor.
-Nasıl yani? Saçma olsa da güzel diyorsun.
-Öyle diyorum. Şöyle demiş mesela: “Çorap ayaktan önce yoktu” ya da “ Sonra tekerlek meselesi. Bunca yıl geçti, hâlâ kullanıyoruz ve bu hiç kimseyi rahatsız etmiyor.” Böyle bir yaklaşımdan ne çıkaracağımı bilemiyorum. Sadece eğlenceli buluyorum. Tekerleğe neden takar bir insan?
-Çok iyi bildiğimiz hatta bildiğimizi unuttuğumuz şeyleri çok farklı yollardan önümüze koyuyor. Bazen eğlenceli olsa da çoğu vakit sarsıcı ve umut kırıcı.
-Umut pek haz etmediğin bir duygu. Pozitif bir anlamda söylüyorsun sanırım.
-Normalleşmiş bir sürü insan arızasından biri olarak görüyorum umutlanmayı. Dolayısıyla kırıldığında memnun oluyorum. Bu tür saldırılardan korkmuyor Ozan Çınar. Üzerine toplumun kurulduğu her türlü kavramı aşağılayıp, saçmalığını göz önüne sermekten çekinmiyor. Söyleşilerinde de dikkat çekiyor öykülerindeki bu gözü karalık.
-Doğru. Söyleşileri de kitapları gibi, hem düşünsel hem edebi değer taşıyorlar. Sorulara verdiği cevaplarda acımadan sarf ettiği şahane cümleleri başka biri olsa bir öyküsüne saklamayı tercih edebilirdi. Çoğu eder.
-Bu çok etkileyici ve saygı uyandıran bir duruş.
-Hatta bu uyandırdığı saygı da beklentileri arasında değil gibi. Mesela hiç çekinmeden arabeske bağlayabiliyor. Ki çok tavrı dışında bir tutum.
-Arabeske bağlamak?
-Uçuruma Doğru öyküsünün karakterlerinden biri aşık bir adam. Kitaptaki hiçbir öyküde denk gelmediğim gelecek planları barındırıyor. Sonunda sevgilisine yazdığı not hiç Ozan Çınar2ın kaleminden çıkmamış gibi. Ne hoş sürpriz okuyan için.
-Orada arabeske bağlayan yazar mı, kahramanı mı peki?
-Kurmaca sonuçta. Ama işte kuranı da unutamıyor insan. Bağlanmak istiyor bir noktadan.
-Kahramanlarının yaklaşımları bu bağlanma işi için pek sağlam bir dayanak değil. Dili kullanımı, seçtiği kelimeler, uğraştığı meseleler daha doğru işaretler verebilir.
-Belki öyledir. Yanılma payımız baki. Okurken de, yazarken de.
-İlk kitabında Azrail ile yaptığı bir söyleşi vardı. Bu kitabında şeytanla devam etmiş. Gelecek kitapta ise Allah ile konuşacak, sinyalleri var. Yazarın kendi büyüsüne kapılmadığının en büyük göstergesi bu öykülerinde bence. Şok edici cümlelere, olmadık kavramlara girerek koca koca laflar etme alanı olan bir ortam. Ozan Çınar bunu kolaylıkla yapabilecek, ortalığı sallayacak cümleler kurabilecek/kurmuş bir yazar. Fakat yapmıyor. Kullandığı doz ve ritim müthiş bir gerçeklik duygusu katıyor ifadesine.
-Aslında bunu tüm öyküleri için söylemek mümkün. Söyleyişindeki başkalık da her seferinde tutturmayı başardığı bu ritimden kaynaklanıyor.
-İlk okuduğumda Mazgalların Altında kitabından aldığım tadı alamadığımı düşünmüştüm. Sonra tekrar okudum. Tekrar.
-Ve ritmi duydun.
-Evet.
-Ve çok sevdin.
-Evet. İçimden mırıldanıp, işime gelmeyen yerleriyle kavga edip duruyorum.
-Güzel bi’gün.
-Güzel bi’gün.

YOL HİÇ BİTMEYECEKMİŞ GİBİ
Ozan Çınar
Edebi Şeyler - Raskol’un Baltası, 2015