Türk dış politikası yeni-Osmanlıcılık üzerinden sonu belli olmayan maceralara sürüklenirken, bir başka İmparatorluk mirasçısı İngiltere’de geçtiğimiz günlerde Suriye konusunda ilginç gelişmeler yaşandı.
Biraz ilgisi olanlar bilir; İngiltere, kendi çıkarlarını belli ölçülerde koruyarak, ABD’nin peşinden gitmeyi dış politikasının ana ilkelerinden biri haline getirmiştir. İktidarda hangi partinin olduğuna bakılmaksızın bu ilke geçerlidir.

Geçtiğimiz günlerde iktidardaki Muhafazakar Parti Suriye’ye yönelik hava saldırılarına katılma konusunda yetki isteyen bir tasarıyı parlamentoya getirdi. Öyle olunca da, gözler İşçi Partisi’nin yeni lideri Corbyn’e döndü. Çünkü Parti’nin daha önceki liderlerinden farklı olarak Corbyn, saldırgan bir dış politikaya uzun süredir karşı çıkıyor; askeri müdahalelerin sorunları çözmek bir yana, daha da büyüttüğünü öne sürüyordu.

Corbyn aynı gerekçelerle hükümetin parlamentoya getirdiği tasarıya karşı çıktığını beyan edip, partisinin parlamento grubundan da bu yönde davranmasını istedi. Ne var ki Parti tabanın desteğiyle liderliğe gelen Corbyn ile milletvekillerinin oluşturduğu parlamento grubu arasında bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da önemli görüş ayrılıkları bulunuyor. Nitekim bir çok milletvekili yanında, bazı gölge kabine üyeleri de, Corbyn’in tersine tasarıya olumlu oy vereceklerini ifade ettiler. Kamuoyunda durum bir siyasal kriz olarak ilan edildi ve başta Guardian olmak üzere bir çok gazetede, Corbyn’in liderlik vasfı bir kez daha sorgulanmaya başladı. Alışılmadık biçimde, devreye Fransız Cumhurbaşkanı Hollande’da girip, İşçi Partisi milletvekillerini tasarıya destek vermeye çağırdı.
Bu tartışmalar olurken, İşçi Partisi Oldham Bölgesi’nde boşalan bir milletvekilliği için ara seçime giriyordu. Beklenti İşçi Partisi’nin yaşadığı bu siyasal krizin seçimi kaybettireceği yönündeydi. Yine başta Guardian olmak üzere bir çok çevre İşçi Partisi’nin kendi içinde kaosa girdiği öngörüsüyle, seçimin kaybedileceği kehanetinde bulundular. Corbyn’in izlediği politikaların özellikle beyaz işçi sınıfı içinde destek bulmadığı, bu kesimlerin seçimde İşçi Partisi adayına destek vermeyecekleri söylendi.

Bütün bu baskılara karşın Corbyn muhafazakarların askeri alanda yetki isteyen tasarısı konusunda tavrını değiştirmedi. Parlamento ve gölge kabinede ona karşı açık tavır alanlara karşı, etkin bir liderlik sergiledi. Oylamada, bir bütünlük sağlayamasa da göstermiş olduğu kararlı tutum neticesinde, milletvekillerinin çoğunluğu Corbyn’in aldığı tavrı destekleyerek, önergeye karşı oy kullandı. Bununla birlikte gölge kabinede yer alan bazı milletvekilleri de dahil olmak üzere azınlıkta kalan bir kesim geleneksel tavrı sürdürerek Muhafazakar hükümetin önergesine destek verdi. Önerge kabul edilmekle birlikte, Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin büyük bölümü milli ve yerli duruşu bozan bir siyasi tavrın altına imza attılar.

Bunlar olurken, bir yandan da gözler milletvekili ara seçimindeydi. Ana akım medya ve siyasi çevrelerin beklentilerinin tersine, Corbyn’in destek verdiği aday açık farkla milletvekili seçildi. Artık siyasal kriz Corbyn’in değil, onun karşısındaki cephenin sorunuydu. İzleyen günlerde Guardian’da Corbyn’e yönelik daha dengeli ve iyimser değerlendirmeler yer almaya başlarken, Parti içinde Corbyn’e karşı bayrak açanlar tasfiye korkularını ifade ediyorlar. Parti tabanından sonra, seçmen desteğini de arkasına almaya başlayan Corbyn, tasfiye kaygısı yaşayan tutucu kesime karşı, böyle bir yönelim içine girmeyeceğini, ancak liderliğin belirlediği değişime ayak uydurmaları beklentisini taşıdığını ifade etti.

Corbyn’in söz verdiği değişimi başarıp, başaramayacağını söylemek için çok erken. Ama geçtiğimiz kısa sayılabilecek sürede, Corbyn’in kararlı liderliğinin koyduğu hedefler yönünde dikkate değer bir mesafe aldığını artık herkes kabul ediyor.
Bu deneyimden Türkiye için ne tür dersler çıkartılabilir? Kuşkusuz dış politika başta olmak üzere bir çok konuda bu hikayeden başta CHP olmak üzere muhalefetin öğrenebileceği çok şey var. Ancak içinde bulunduğumuz siyasal koşullar çerçevesinde bir konu çok önemli. Muhalefetin ne tür politikalar izlemesi gerektiği konusunda başta bazı büyük medya kuruluşları olmak üzere bir takım etkili çevreler sürekli telkinlerde bulunuyorlar. Corbyn bu etkili kesimlere kulak tıkayarak, toplumda karşılığı olduğunu düşündüğü bir yolu seçti ve kazandı. Acaba diyorum...