Önce, hazır devlet de bana çarşamba gününe kadar yerinden kıpraşma demişken, “Bugün de yazmayayım” diye düşündüm. Ama madem köşede corona olduğumuzu duyurduk ve sağ olsunlar pek çok dost/okur e-posta ve telefonla “geçmiş olsun” mesajlarını iletti, hatta şifadır diye kelle paça, kavurma yapıp getirenler bile oldu, gidişattan onları bilgilendirmek de boynuma borçtu.

Tövbe estağfurullah; "Sen alkol almadığından yakalandın" teşhisi koyup, rakı şarap göndermeyi teklif edenler de oldu ama onları kibarca reddettim.

Sonra, Melih (Pekdemir) La Fontaine’den hareketle; “Oligarklar kargaysa Batı emperyalizmi de tilkidir. Ama La Fontaine masalındaki karga ile tilki gibi değildir. Şimdinin emperyalist tilkileri yerel oligark kargaların ağzındaki peyniri garklatarak, gırtlaklayarak kapıyor”, diye yazınca…

Ve Attila (Aşut) Abi de dün, yani bu yazının yazıldığı gün, “Bugün ‘Dünya Şiir Günü’” diye hatırlatınca, bana da “Yüzde 85 düzeldim. Tat ve koku yok! Bu da kötü bir şey sayılmaz aslında; zayıflamak için bir fırsata dönüştürebilirim”in ötesinde bir şeyler yazma fırsatı çıktı.

Attila Abi, “corona” yazdım diye sorun çıkmaz değil mi?

Senin ‘Covid-19’a; “Bu sözcük, küresel bir salgının adı olarak tüm dünyada böyle yazılıyor. Uluslararası nitelik kazanmış bir sözcüğün bir harfini değiştirerek Türkçeye ne kazandırmış olacağız?” diye yol vermenden cesaret aldım. Yoksa, hışmına uğramamak için “korona” yazardım valla.

Neyse, corona halimle ilgili bilgi vermiş oldum. Ama, madem bu yazıyı dünya şiir gününde yazıyorum, şunu söylememe izin verin:

Benim yazı maceram aslında epey erken, ilkokul 2 olabilir, yazmayı öğrendiğimde şiirle başladı. Mısra sonlarında hep bir ses uyumu yakalamaya çalıştığım ve başkaca hiçbir şeyi önemsemediğim ilkokul dönemi şiirlerimin ilkinin, ilk şiirimin yani, ilk iki mısrasını hâlâ hatırlıyorum: “Eyyyy Türk / Giymeden dondurucu soğukta kürk / …

Gerisi nasıl gelmişti, o aklımda kalmamış işte.

Attila Abi! Bak bu iki mısra üzerinden fikir yürütüp, iyi ki orada durmuşsun diyeceksen sana önce Nazım’ın ilk şiirlerini hatırlatırım. Sonra da şunu eklerim: “Yok, orada durmadım!

Şiire galiba Lise 1’e kadar devam ettim. Belki de Lise 2’ye… O bir ya da iki yılın şiirlerine aşk ve devrim temaları hâkimdi.

Şiirde en üretken ve olgun dönemimi ortaokul yılları olarak tanımlayabilirim. O yıllardan “La Fontaine” şiirimi baştan sona hatırlıyorum:

Karga karga gak dedi

Çık şu dala bak dedi

Fakat okumuş artık

Karga da La Fontaine’i

Ne yapacak tilkiler

Şimdi ne yiyecekler?”

(Nasıl, Attila Abi? Şiirlerini özel iletilerinden yazıldığı gün okuma fırsatı bulduğum Sevgili Güray Öz’e ve yazı maceramızı ODTÜ yıllarımızda Ankara duvarlarında birlikte sürdürdüğümüz Haydar Ergülen’e de sorayım; “Keşke devam etseydin” dedirtmiyor mu?)

Melih’in La Fontaine göndermesinde tilki “emperyalizm”, karga da “yerel oligarklar” olmuş. Yılların dostluğu var, “yanlış” demeyeyim de, bir ortaokul çocuğunun kavrayışıyla kıyaslandığında epeyce “zayıf” bir analiz. Zayıf çünkü halk yok!

Benim ortaokul şiirimde ise tilki “burjuvazi”, karga da “halk”tı. Zaten o zaman sadece “burjuvazi” ve “halk” vardı! Ve benim şiirimde halk/karga bir uyanışla tilkileri aç bıraktığı için güçlü bir devrimci umut damarı vardı!

Neyse, yazıdan da anlamışsınızdır; "corona günleri"m bitti bitecek ve durum da hiç fena değil!

Unutmadan, bir not da gazete yönetimine: Özelden arayın; kimin gazeteyi satın alıp, kimin sadece internetten okuduğunu tek tek sayayım. Gazete alanların hepsinden geçmiş olsun mesajları geldi, internetten okuyanlardan tık yok!