Corto, Arpillera  ya da bir gülüş…

Semiha Durak

Coğrafyanın kader olduğunu ilk ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum. Ama birkaç yıl önce, Charing Cross’taki o en sevdiğim kitapçıda ‘Coğrafyanın Esirleri’ adlı kitabı gördüğümde yeniden aklıma gelmişti bu söz. Kadere inanmasam da coğrafyanın gücüne, tarihe bir çelme takmaktan geri durmayacak kadar haylaz, tekinsiz olabildiğine inandım her zaman. Kavafis’in dediği gibi doğduğum şehrin hep arkamdan geldiğini ve hiç peşimi bırakmayacağını düşündüm ben de. Sonraları anladım ki aslında arkamızda değil, önümüzden gidiyordu doğum yerlerimiz. Ve biz nereye gidersek gidelim yolumuzu belirleyen de doğduğumuz toprakların kokusuydu. Koklayarak buluyorduk yolumuzu. Kıyılarda olanlar içinse koku biraz başkaydı. Denizin tuzunu koklayarak çiziyordu rotasını kıyıdakiler, ötekiler...

Şili’den, Vina del Mar kıyılarından yazılmış bir mektupla açılıyor Hugo Pratt’ın ‘Bir Tuz Denizi Şarkısı’. Corto Maltese’in gerçekten var olduğuna inandırıyor mektup. Avucunun içinde kader çizgisinin olmadığını anladığında, kazıyıp avcuna kendi kaderini okyanuslara yelken açan denizciden söz ediyorum. Rimbaud seven yakışıklı kaptandan. Ben de sevdim Rimbaud’yu onun kadar. Hemingway’i de. Annemden ne çok dinledim Corto’nun arkadaşı Jack London’ı daha çocukken.

En çok da Demir Ökçe’sini. Sekiz yaşındaydım Potemkin Zırhlısı’nı izlediğimde. Ve aynı yaşlarda başladım evde kendi ‘taklit dergilerimi’ çıkarmaya. ‘Devrimci Çocuk’ bunlardan biriydi. Kağıtları üstüste koyup katlayıp küçük delikler açmış sonra da mavi iplerle bağlamıştım bir güzel. İplerin maviliğine bakmayın, aynı aslı gibi işkence haberleri veriyordu benim dergim de. İşkence ne demek tam olarak bilmiyordum. Ama yazabiliyordum. Hayat, yetmişlerde ve seksenlerin başında doğan ‘bizim çocuklar’ için böyle başlamıştı. Anne babalarımızın kulağının dibinden vınlayarak geçen kurşunlar gibi geçiyordu ‘ülke meseleleri’ kulağımızın yanından büyüdüğümüz toplantı salonlarında. Dinlemiyorduk aslında ama duyabiliyorduk. Sonraları oturdu kayıp sesler. Vaktiyle duyduklarımız anlamını buldu.

Kayıpların, ölümlerin içinde gülümseyen, umut veren masum yüzleriydik doğduğumuz zamanların. Birbirimizi gözlerinden tanıyorduk. Gülüşümüzden biliyorduk hemen kim olduğumuzu. Ve yine o günlerde boyumuzdan büyük kitaplık raflarında duran kitapları kesiyorduk durmadan. İlya Ehrenburg’un Paris’i neden düşüyor? Panait Istrati’nin Minka Abla’sı ne anlatıyordu? Var olmak neden dayanılmaz bir hafiflikti? Thomas Moore kimdi? Ütopya ne demekti? Hep bir merak içindeydik. Corto’nun hiç bitiremediği başucu kitabıydı Ütopya. Biz de bitiremedik başucumuzda duran Ütopya’yı. Tarihi ezbere biliyorduk da zamanı bükmesini beceremiyorduk. Hep şikâyet ediyor ama doğduğumuz toprakları değiştiremiyorduk. Corto gibi uzun yolculuklara çıkmayı hayal ettik biz de. Nereye gittiğimizin önemi yoktu. Yolculuğun kendisiydi esas olan.

corto-arpillera-ya-da-bir-gulus-746853-1.

BİZ HER YERİNDEYİZ DÜNYANIN

Bu uzun yolculuklarda anladık ki, biz yani kayıpların, ölümlerin içinde gülümseyen çocuklar aslında her yerindeyiz dünyanın. Gözlerimizden tanıyoruz birbirimizi. Birbirine benzeyen hikâyelerimizle selamlıyoruz, kucaklıyoruz birbirimizi. İşte o zaman çıkıyor coğrafya kaderimiz olmaktan. Avcumuzdaki çizgi uzadıkça uzuyor, aşıyor sınırları. Öyle güçlü ki yıkıyor duvarları.

Uzak coğrafyaların bir anda yakınlaşıp aynı paragrafta buluştuğunda yarattığı büyüye inanıyorum ben. Kadere değil. Her şeye rağmen birbirine dokunan hikâyelerin gücüne. Şili’de doğan Cecilia Vicuna’nın 1975 yılında Küba’da basılan bir gazeteden kesip sakladığı bir haber, gelip beni 2020 yılında Londra’da buluyor mesela. Cecilia’nın Şili direnişinin seyir defteri gibi sakladığı efemera eşyaların yer aldığı bir sergideyim. Pablo Neruda’nın “Aziz Violet” dediği Violeta Parra’nın sesinden ‘Gracias A la Vida’ şarkısı duyuluyor derinden. Tam o sırada görüyorum gazetede gülümseyen genç kızın yüzünü. Selamlar gibi eğiliyorum küçük yazıların olduğu gazete kupürünün önünde. Vo Thi Thang adındaki genç kız, 1968’de Saygon’da 20 yıl hapis cezasıyla tutuklandığında gazetecilere gülümseyerek poz veriyor. Özgürlüğüne kavuşmasının ardından 1975 yılında Kübalı sinemacılara verdiği röportajda, gülüşünün nedenini anlatıyor; “Beni 20 yıla mahkûm ettiler ama bu kadar iktidarda kalamayacaklarını bilmiyorlardı. Gerçekten aptal olduklarını düşündüm ve bu yüzden gülümsedim” diyor. Vo Thi Thang’ın gülüşü, dudaklarının kenarındaki çizgisiyle, Cecilia’yı buluyor. Vietnam’dan uzanıp Şili’ye umut oluyor. Tarihe ‘Zafer Gülüşü’ olarak geçiyor bu fotoğraf.

RESİM YAPAN ŞARKILAR

Aynı yıllarda Şili’den rengârenk mektuplar gidiyor tüm dünyaya. Şilili kadınlar, ‘kaybolan’ sevdiklerinden geride kalan giysilerden kestikleri kumaş parçalarıyla hikâyelerini çiziyorlar yamalı dokumalara. Violeta Parra, “Resim yapan şarkılar” gibi diyor Arpillera adı verilen bu dokumalar için. Rengârenk oluşuna bakmayın; acı, kan ve gözyaşı dolu gerçekleri anlatıyorlar. Bazen hikâye içinde hikâyeler oluyor. Arpilleraların arkasına küçük bir cep içinde bir not saklayıveriyor Şilili bir kadın. ‘Oğlum 1974’ten beri kayıp ve ben nerede olduğunu bilmiyorum” diye yazıyor notta. Kiliselerin alt katına gizlenmiş atölyelerde dokunurken bu hikâyeler bizim gibi çocuklar seyrediyor, dinliyor, anlıyor. Rengârenk kumaşlara, acıya inat dokunan umutlara ‘dokunarak’ büyüyor çocuklar. Gülüşleriyle direnme gücü veriyorlar geride kalanlara.

Çünkü aslında ‘gidenler’ de öyle yapıyor. “Bizden sonra gelenler demir parmaklıklardan değil asma bahçelerinden seyredecekler bahar sabahlarını, yaz akşamlarını” diyor gidenler dünyanın her yerinde, kendilerinden emin. Gülümsüyorlar giderken. Hep de aynı oluyor kıyıdakilerin gülüşü, kenarından çizgili. Deniz tuzu kokusundan mıdır nedir?

corto-arpillera-ya-da-bir-gulus-746854-1.
Şili'den birer Arpilerra​

BAŞKA BİR DÜNYA HAYALİ

Şimdilerde pek duyulmuyor deniz kokusu. Başka bir dünya hayali imkânsız görünüyor Ütopya’yı okuyup bitiremeden kaybeden bizim çocuklara. Corto da bitiremeden Ütopya’yı kayboluyor Hugo Pratt’ın çizgilerinden. “İspanya İç Savaşı’nda kayboldu” diyor Pratt; “Dünyanın hali artık Corto’ya göre değil, onun gibilerin türleri artık yok oldu” diyerek vazgeçiyor onu çizmekten. Ama yine de Şili’den Vina del Mar kıyılarından yazılmış bir mektup Corto’nun yaşadığını ima ediyor. Acıya rağmen direnme gücü veren rengârenk mektuplar, hikâyelerin sahiplerinden çok uzaklardaki bir coğrafyada karşımıza çıkıp “Hatırla” diyor, “Unutma ve direnmeye devam et.”

Gülümsemenin de, direnmenin de zor olduğu zamanlarda güzel şeylerin geri geleceğine inanmak zor geliyor bizim çocuklara. Zamanı bükemediğini, tarihe de coğrafyaya da çelme takmayı beceremediğini düşünen bizim kuşağa. Gülüşümüzdeki çizgi kaybolmaya başlıyor yavaştan. Cılızlaşıyor umudun ve direnişin gücü. Nefes almak zorlaşıyor. Oysa üst kattakilerin bize anlatmadıkları güzel şeyler de oluyor hayatta. Türleri yok olan kelebeklerin 150 yıl sonra dünyaya geri döndüklerini yazıyor bir gazete kupüründe. Her şeye rağmen bir ışık görmüş olmalılar ki geri gelmişler dedirtiyor bize. Alt katlarda atölyeler anlatmaya devam ediyor olanları yine. Acıya rağmen umutlar dokunuyor kumaşlara, kağıtlara, şarkılara. Şimdi büyüyen çocuklar dokunuyor o hikâyelere. Sonra bir çocuk çıkıp gülümsüyor, kenarında çizgisiyle.