Hafta içerisinde Coşkun Özarı’yı kaybettik. Çok üzüldüm.

Hafta içerisinde Coşkun Özarı’yı kaybettik. Çok üzüldüm. Futbola bakışını, köşe yazarlığını, teknik adamlığını bir kenara bırakın, ben sizinle nasıl bir insan olduğuna dair bir şeyler paylaşmak itiyorum. Kendisiyle bir maç için Atina’ya gittim, bütün seyahat boyunca da yanından ayrılmadım. Ne kadar güldüğümü anlatamam. Gelin sıkıcı futbol gündemine saplanmak yerine size o seyahatten bir-iki hikâye anlatayım.

Atina’ya bir Gençlerbirliği maçı için uçuyoruz. Egaleo isminde küçük bir takımla UEFA Kupası’nda eşleşmiş Gençler. Küçük dediğime bakmayın, elendiler o turda. Neyse, Coşkun abiyle önce Ankara’ya, oradan takım uçağıyla Atina’ya uçacağız. Ben fena halde hastayım, gözümü açamıyorum. Bir ara burnuma bir koku geldi, gözümü araladım, bir de ne göreyim Coşkun abi plastik bir bardağa viski koymuş burnumun ucunda tutuyor.

“Bu ne abi. Ben çok hastayım, ilaç alıyorum” dedim.

“E, ben de o yüzden veriyorum ya zaten, ilaç bu, iç!” dedi. Oradan laf açıldı “Ben uçak yolculuklarında mecburen azıcık içiyorum, uçaktan korkuyorum” dedi.

Ben gayet normal karşıladığımdan olsa gerek cevap vermedim. Fakat sessiz geçen birkaç saniyenin ardından Coşkun abi ekledi: “Lakin ben uçağın düşmesinden korkmuyorum.”

“Nasıl yani abi, neden korkuyorsun?”

“Kaçırılmasından korkuyorum” dedi. Hatırlayınca şimdi bile gülüyorum.

Meğer Coşkun abinin içinde olduğu bir uçak sahiden kaçırılmış, yalan olmasın Kıbrıs’a mı, Sofya’ya mı ne iniş yapmak zorunda kalmışlar. Coşkun abi o günden beri uçaktan, daha doğrusu birilerinin uçağı kaçırmasından korkarmış.

***

Galatasaray’da oynarken kendisine nasıl apar topar futbolu bıraktırıp İngiltere’ye teknik direktörlük kursuna gönderdiklerini ve genç yaşta takımın başına geçirdiklerini de anlattı.

İngiltere’deki kursta oda arkadaşıyla pek bir anlaşır, pek bir muhabbet ederlermiş. Kursun sözlü sınavında işin içine İngiliz aksanı da girince soruları anlamamış Coşkun abi. Hemen arkasındaki sırada bekleyen oda arkadaşıymış. Dürtmüş. “Oğlum ne diyor bu adam, yardım et” gibisinden...

Devamını şöyle anlatmıştı: “Bi baktım, o günlerdir birlikte yediğimiz içtiğimiz adam bir anda yabancı oldu. Beni resmen tanımadı herif. Duymazlıktan geldi, çevirdi kafasını.”

Batı ahlakı. Tamam ama aynı günün akşamı aynı eleman odaya elinde biralar “Hi Coşkun, how are you?” diye gülerek girmesin mi?

Maalesef Coşkun abinin kendisine ne cevap verdiğini burada yazamıyorum. Siz anladınız onu...

***

Egaleo maçını Coşkun abinin İlhan Cavcav’la olan dostluğu nedeniyle protokol tribününden beraber izledik. Diğer gazeteciler basın tribününe doğru yönelirken Coşkun abi elimi kavradı: “Boşver, gel sen biz çaktırmadan devam edelim.”

“Ama abi esami listesi filan n’olacak” diye soracak oldum, “Lan n’apıcaksın esami listesini, elin adamını kim tanıyor” dedi. Ama o kadar tatlı söylüyor ki, gülmekten başka yapacak bir şey kalmıyor. Karıştık protokol kalabalığına Türk ve Yunan milletvekilleri, Atina Belediye Başkanı filan oturduk biz de... Ben tüyü bitmemiş bir genç gazeteci, elimde defter kadroları çıkarmaya çalışıyorum. Coşkun abi keyifli, protokole özel kapuçinonun tadını çıkarıyor.

***

Daha çok hikâye var ama yer kalmadı. Şununla bitireyim:

Ertesi gün dönüyoruz, sabah ilk iş yazdığı gazeteyi aldı. Yazısına baktı, maçın olduğu sayfaya baktı, sunturlu bir küfür salladı. Ben “Hayırdır abi, niye kızdın” diye sordum. Cevaba yine koptum:

“Ulan Egaleo’lu oyuncuya 6.5 vermiş bir hergele... 6.5 ne lan! Niye 6 değil, niye 7 değil? Elinde hassas terazi mi var, 6.5’u nasıl ölçtün be adam!”

Nur içinde yatsın...